Kutsiyet ilkesi, bilgelik kuramının ikinci ve genel olarak İslâm çevre ahlâkı
ilkelerinin de sekizinci ve sonuncusudur. Kutsiyet ilkesi, doğadaki tüm
varlıkların, abit olmalarının da ötesinde kutsal bir değer taşıdıklarının kabulü
anlamına gelir. Müslümanlar için mescitler kutsal yerlerdir; ve Hz.
Peygamber, yeryüzünün tamamının kendisine mescit kılındığını söylemiştir:
“Yeryüzü bana mescit kılındı …” (Buhari, Salat 56, hadis no: 84). Bu hadis,
yeryüzünün en azından mescit mesabesinde bir kutsallık taşıdığını, adeta
mescit bilinmesi gerektiğini göstermektedir. Bununla birlikte, tam olarak
anlamak kolay olmasa da, yer veya gök, canlı veya cansız tüm varlıkların
kutsiyetini çağrıştıran Kur’an ayetleri de vardır. Bunlardan birinde şöyle
buyrulmaktadır: “Doğu da Batı da Allah’ındır; nereye dönerseniz Allah’ın
yönü orasıdır. Doğrusu Allah her yeri kaplar…” (Bakara/2: 115; krş. Nisa/4:
126)
Bir başka ayette de Cenab-ı Hak kendisini yer ve gökle ilintili olarak
şöyle anlatır ki bu ayet tüm varlığın bir anlamda kutsal sayılabileceğini
göstermektedir:
“Allah, göklerin ve yerin nûrudur. O'nun nûrunun temsili,
içinde lamba bulunan bir kandillik gibidir. O lamba kristal bir fanus
içindedir; o fanus da sanki inciye benzer bir yıldız gibidir ki, doğuya da,
batıya da nisbet edilemeyen mübarek bir ağaçtan, yani zeytinden (çıkan
yağdan) tutuşturulur. Onun yağı, neredeyse, kendisine ateş değmese dahi ışık
verir. (Bu,) nûr üstüne nûrdur. Allah dilediği kimseyi nûruna eriştirir. Allah
insanlara (işte böyle) temsiller getirir. Allah her şeyi bilir.” (Nur/24: 35)
Burada şunu herhalde söylemeye bile gerek yoktur ki, çevrenin bu bağlamda
belirttiğimiz tarzda kutsiyetinden bahsetmekle, onun bütünü ya da bir
parçasını tanrılaştırmak ya da ibadete layık görmek arasında en küçük bir ilinti
dahi olamaz. Bu konudaki çok net Kur’an ayetlerinden biri şudur: “Gece ile
gündüz, güneş ile ay Allah’ın varlığının belgelerindendir. Güneşe ve aya
secde etmeyin; eğer Allah’a kulluk etmek istiyorsanız, bunları yaratana secde
edin” (Fussılet/41: 37).
Bu ayetlerde belirtildiği üzere her yerin Allah’ın olması ve Allah’ın nurunu
yansıtması, her yere kutsalın yansıması ve ondan bir şeylerin taşıyıcısı olarak
bakmanın mümkün, meşru ve hatta makbul olduğunu göstermektedir. Bu da
İslâm çevre etiğinin en üst düzey ilkesidir. Müslümanlar en alt düzeydeki
yararlılık kuramından başlayarak, sırasıyla daha üst düzeyler olan
sorumluluk, erdemlilik ve bilgelik düzeyinde çevre bilincine sahip olmaya
çalışmalı ve çevreye karşı bu bilinç düzeylerinin gerektirdiği ahlâki ilkeler ve
erdemlere uygun bir biçimde davranmalıdır. Çevre ile ilgili
davranışlarımızdan dolayı Allah’a karşı, insanlığa karşı, vicdanlarımıza karşı
ve gelecek kuşaklara karşı sorumlu olduğumuzu unutmamalıyız.