İnançsızlık

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Ders Hocası

  • Hocanın Biri
  • *******
  • Join Date: Eki 2016
  • Yer: Hatay
  • 63863
  • +526/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Arif Arslaner
İnançsızlık
« : 03 Şubat 2018, 13:21:50 »
İslâm kaynaklarında inançsızlık anlamında kullanılan küfür sözlükte bir şeyi
örtmek ve gizlemek anlamına gelir. İnançsızlığın felsefî karşılığı ateizmdir.
İnsanın doğal yapısında potansiyel olarak bulunan inanç duygusunu örtmeye
küfür veya inkâr, herhangi birini inançsızlığa nispet etmeye tekfir, kalbindeki
inancı gizleyen kimseye de kâfir adı verilir. Ayrıca küfrün Allah’ın verdiği
sayısız nimetlere şükretmeyip nankörlük yapmak anlamı da vardır.
Nankörlük nimet verenin iyiliğini göz ardı etmek, onu yok saymak manasına
gelir.

Terim olarak küfür Allah’ın varlığını ve birliğini, Kur’an’da açık ve kesin
olarak belirtilen hükümlerin tamamını veya bir kısmını, nübüvvetin
gerekliliğini ve ölüm ötesi hayatı kabul etmemek gibi inanış ve davranışlardır.
Dolayısıyla burada kabul ve tasdik anlamında inançtan
yoksunluk, inanç ilkelerini tamamen veya kısmen red durumu meydana
gelmektedir. Ayrıca gerçeğin üzerini örtme sözkonusu olduğu için bu
durumdaki kimselere kâfir denilmiştir. Kur’an-ı Kerim’de açıkça mutlak
olarak kullanıldığında imanın zıddı anlamına gelen inkâr, Allah’ın birliğini
ve yüceliğini, peygamberin getirdiklerini inkâr etmek manasında
kullanılmaktadır (Âl-i İmrân 3/70; el-Enbiyâ 21/30; el-İsrâ 17/98–99).

İkinci tür küfür dediğimiz nankörlüktür. Allah’ın verdiği sayısız nimetleri
inkâr manası taşır ve insanı dinden çıkarmaz. Bunlar insanı inanç bakımından
küfür sınırına ulaştırmayan günahlardır (bk. en-Nahl 16/112). Ahlakî
anlamda bunun adı bir çeşit saygısızlık ve erdemsizliktir. Hâlbuki dini açıdan
Allah’a teşekkür etmek, O’nu takdir etmek anlamına gelir ve nimetlerin
artırılmasına vesile olur (bk. el-Bakara 2/152).

İslamî öğretide iman asıl, küfür ise, eğretidir. Her insanda inanma
yeteneği ve ibadete etme eğilimi vardır. “(Resulüm!) Sen yüzünü hanîf olarak
dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir. Allah'ın
yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu
bilmezler.” (er-Rûm 30/30) âyetinde geçen fıtrat sözcüğü, gerçeği, kabul ve
kavrama yeteneğidir. Bir rivayette fıtrat şöyle geçer: “Her insanı annesi, fıtrat
üzere dünyaya getirir. Bundan sonra ebeveyni onu Yahudi, Hıristiyan ve
Mecusi yapar. Eğer anne ve babası müslümansa, çocuk da Müslüman olur”
(Müslim “Kader” 25). Görüldüğü gibi çocuklar küfre bulaşmamış tertemiz
bir yaratılış üzere dünyaya gelirler. Dini inancı kabul etmeye yatkın
olmalarına rağmen sonradan çevrenin baskısı ya da etkisiyle dine yaklaşım
tarzlarında değişimler yaşanabilmektedir.

Yukarıdaki dini metinlerden anladığımız kadırıyla insan, dini istidat ve
kabiliyetle dünyaya gelmektedir. Bu bağlamda her insan, kendisine verilen
akıl sayesinde Allah’ın varlığını ve birliğini kavrayabilecek düzeyde
yaratılmıştır. Burada asıl mesele, insanların yalnız varlık delilleriyle istidlal
ederek Allah’ı bilme güç ve yeteneğine değil, insanın yaratılışının doğrudan
bu delillerden birisi olması, her insanın fıtratında saklı bir içgüdü olarak
bulunmasıdır. İnsanda inanma gücü, her ne kadar nefis, eğitim, çevre vb.
etkenlerle bastırılabilirse de hiçbir zaman Allah’ı bilme olgusu, tümüyle şuur
altından sökülüp çıkarılamaz. Bütün bunlar inanmanın insanın doğasında
asıl, inkârcılığın da köksüz olduğunu ortaya koymaktadır.

İnsanda din duygusu doğuştandır. Nitekim çocuklar dinî istidatın uyanma
ve gelişmeye başladığı dönemden itibaren hiçbir telkin ve uyarı sözkonusu
olmaksızın olaylar arasında nedensellik bağlantıları kurabilmekte, kendisi
başta olmak üzere çevresinde olup bitenleri fark etme bilincini
kazanabilmektedir.

Her insanın şahsiyeti ve hukuki ehliyeti ergenlik yaşına kadar gelişme
kaydeder. Ergenlik çağından itibaren aklını kullanma ve nedensellik
bağlantıları kurma kabiliyeti geliştiği için dini sorumluluklar başlar. İnsan
dini açıdan sorumluluk çağına geldiği zaman özgür iradesiyle ya iman ya da
inkâr eder. Çünkü insanın doğal yapısı, iman ve inkâra aynı düzeyde
kabiliyetlidir. Bütün bu durum üzeri örtülmemiş fıtratın din ile barışık
olduğunu, insanın imana yetenekli yaratıldığını, inkârın ise sonradan arız
olduğunu gösterir.

Bununla birlikte insan bu iki fiilden her birini seçebilir. Allah insanın
özgür irade ve seçimine göre fiili yaratır. Böyle olunca inanç veya
inançsızlığın meydana gelmesinde irade ve yaratma olmak üzere iki yön
vardır. Her ikisi seçme ve irade etme yönüyle insana, yaratılma yönüyle
Allah’a bağlıdır. İman ve küfrü tercih konusunda zorlama sözkonusu
değildir. Allah küfrü seçene küfür, imanı seçene de imanı verir.

Kur’an-ı Kerim’de küfür kelimesiyle eş anlamlı olarak geçen başka
sözcükler de vardır. Kur’an’da otuz altı yerde geçen inkâr sözcüğü; Allah’ın
ayetlerini yalanlama (el-Ğâfir 40/81); nimetlerini (en-Nahl 16/83),
peygamberlerini (el-Mü’minûn 23/69); Kur’an’ı (er-Ra’d 13/36) ve âhireti
(en-Nahl 16/22) inkâr bağlamında küfürle eşdeğer görülmüştür. Ayrıca
Allah’ın ayetlerini inkâr anlamında cühûd (Hûd 11/59; en-Neml 27/14); ilahi
vahyin doğrudan inkâr edilmesi manası taşıyan kizb (ez-Zümer 39/3) de
ilişkili terimler arasındadır.

Ünitenin aşağıdaki bölümlerinde küfrün kısımları, inkâr kavramının
kapsamı, inkârın doğuş sebepleri, tekfir olayı ve çağdaş inkâr akımları
üzerinde durulacaktır.