Dinin insan hayatında önemli bir yeri vardır. O karmaşık bir yapıya sahiptir. Tarih boyunca insanla birlikte varlığını sürdürmüştür.
19. Yy. Pozitivist evrimci anlayışa göre din, insanlığın tarih içindeki evrimine paralel olarak bir gelişim göstermiştir. Ruhçuluk, atalar kültü ve büyü din ve tanrı düşüncesinin temelini oluşturur. Çok tanrıcılıktan tektanrıcılığa doğru bir gelişim olmuştur.
Hegel, din çağı öncesi sihir ve büyü dönemine, Frazer, büyü ve sihirle doğayı kontrol altına alamayan insanın kendinden daha üstüne yönelişine vurgu yapar. Ata ruhlarına tapınma ve çok tanrıcılık ilk tecrübeler olarak kabul edilir. Din zaman içinde çıktı önce yoktu. Buna örnek olarak da Okyanusya’da yaşayan kimi kabilelerden bahsedilir.
Bu tür örneklendirmelerin masa başı çalışmalar olduğu saha da yapılan araştırmalar (ör. Mircea Elieda) ve arkeolojik kazılarla çürütülmüş, her dönemde insanların bir dinsel inanca sahip ve insan yaşamının bir parçası olduğu ortaya konulmuştur.
DİNİN ANLAM VE DEĞERİ
Din terimi kutsal kavramıyla ilişkilidir. Din; kutsal olana yönelik duygu ve düşüncelerle tavır ve davranışları ifade eder. Kutsalın temel özellikleri; sıradışılık, olağanüstülük, diğer şeylerden farklı değer taşımak, bambaşkalık ve bu evrenin dışından bir anlam taşımakla ilişkilendirilir.
Din kelimesi arapça bir kelimedir. Yol, hayat tarzı, hesap günü, kanun ve hüküm gibi anlamlara gelir. Din insanın bütün tavır , düşünce , davranışlarını ifade eden yaşam tarzına denir. Kuran’da din, “Allah katında din islamdır, Kim İslam’dan başka din seçerse bu ondan kabul edilmeyecektir buyurulur. Bu ifadeyle İslam dışındaki dinlerin varlıkları da kabul edilir.
Milel ve Nihal kitapları tüm yaşam modellerini birer dinsel gelenek olarak ele alır. Abdulkahir el-Bağdadi’nin el-fark beyne’l-fırak adlı eseri bu türe bir örnektir.
Din Batı dillerinde religio ve religion kelimeleriyle ifade edilir. İnsanın, Tanrı, metefizik alem ya da kutsala yönelik, duygu, düşünce ve davranışlarını ifade eden sistem anlamına gelir. Herkes dini kendi balkış açısına göre tarif etmiştir. Dinin ne olduğuna yönelik tarifler dinsel gelenekleri kapsamakta yetersizdir. Herkesin kabul edebileceği bir tarif yapmak oldukça zordur.
Din insanın; Zihinsel fonksiyonlarını, tavır ve davranışlarını, diğer insanlarla ilişkilerini ve kurumsal yönünü, sosyal yapısını belirleyen bir sistemdir. Bu daha kapsayıcı bir tarif sayılabilir.
İnsanın kendisi ve çevresini tanıyıp algılama yönünde ontolojik ve teolojik merakları vardır. Alemi tanıma, hayat ve ölüm sonrasında ne veya neler olduğu ve daha bir çok benzer sorular maddi alemle sınırlı kalarak cevaplanamamaktadır. Dinsel inançlar insanın bu tür meraklarıyla ilişkilidir.
Dini inanç ve değerlerin insanın ahlaki yapısıyla ilişkisi vardır. Din ahlakın kaynağı mıdır? Şu kesindir ki: o, ahlaki tutumların sürdürülmesinde önemlidir. İnsan ahlaki bir varlıktır.
Din, vicdan duygusunu harekete geçirir. İnsanı kötülükten alıkor. İyiliği teşvik eder. Mal, can, ırz ve yaşam hakkı, anne babaya saygı gibi temel konularda benzer yaklaşımlar göstermişlerdir. Ör. Nuh kanunları (Nuhilik)
Din, insanın sosyal ve doğal çevreyle uyumlu olmasına önem verir. Bu ilişki bazı dinlerde tanrı ile doğanın içkinliği (panteizm) şeklinde görülür.
Din, toplumsal yapının tesisi ve devamında olumlu rol oynar.
Din aileye ve ahlaki davranışlara önem verir.bu konularda insanları teşvik eder.
DİNLER TARİHİNİN ÖNEMİ VE BİR BİLİM DALI OLARAK GELİŞİMİ
Dinler tarihi, dinleri teolojik ve kurumsal yapılarını tarihsel tezahürlerini de dikkate alarak inceler.
Yöntemi, Deiptif (betimleyici, tasvirci), Fenomenolojik yöntem, Analitik yöntem, karşılaştırmalı yöntem.
Kaynaklar, kutsal metinler, diğer dinsel materyaller, gözel, mülakat, saha araştırmaları, arkeolojik materyaller. İkincil kaynaklar: Apolojetik (savunma) ve reddiyeler.
İslam tarihinde İslam dışı dinsel geleneklere ilgi erken dönemlere rastlar. Kuran ve temel islam kaynaklarında farklı inanç sistemleri hakkında bilgiler yer alır.(kıssalar) Kuran’nın yaklaşımı teşvik edici olmuştur. Reddiyeler kaleme alındı. Tanımlayıcı eserler yazıldı. İbnü’l-kelbi’nin Kitabu’l-asnam’ı, Said Feyumi’nin Tevrat’tan bazı bölümleri tercüme etti. Dinler tarihi çalışmaları için çok önemli eserler olan Milel ve Nihal kitapları 11. Yüzyıldan itibaren görülmeye başlandı. Abdulkahir el-Bağdadi, el-Milel ve’n-Nihal; İbn Hazm, Kitabu’l-fasl fi’l-milel ve’n-nihal; Şehristani’nin Kitabu’l-milel ve’n-nihal’i bu türün önmeli eserleridir. Diyanat ve fırak türü eserler de önemli bilgiler içerir. İbnu’n-Nedim’in Kitabu’l-fihrist’i, Biruni’nin Tahkik ma li’l-hind ve Asaru’l-bakiyye ani’l-kurunil haliye’si önemli eserlerdir. Şehristani ve Biruni olabildiğince eserlerinde tarafsız yazmışlardır. Milel ve nihal kitapları, Müslümanların iletişim içinde oldukları farklı inanç ve kültürler hakkında bilgiler içeren eserlerdir. Milel ve Nihal kavramları farklı şekilde de anlaşılmıştır. Bir anlayışa göre, Milel, temel dini akımlar demektir. Nihal ise bir dini gelenek içindeki farklı görüş benimseyen grupları ifade eder. Diğer anlayışa göre Milel, vahiy geleneğine dayanan dinleri Nihal ise, vahy geleneğine dayanmayan dinleri ifade eder. Eric Sharp, Şehristani Karşılaştırmalı dinler tarihi alanında ilk özgün eser yazarlarından biri olarak tanımlanır. Milel ve nihal kitaplarında farklılıklar olduğu gibi anlatılmaya çalışılmıştır.
Dinler tarihi 19. Yüzyıldan itibaren eğitimde yer almaya başlamıştır. İlmu esatiril evvelin ve tarih-i edyan adlı isimlerle müfredatta yer almıştır. En eski Türkçe eser, Şemseddin Sami’nin “Esatir” adlı eseridir. (1878). Ahmet Mithat, Mahmut Esat, Esad Bey, Mehmet Şemseddin’in Tarih-i edyan adlı eserleri vardır.
DİNLER, MEZHEPLER VE KÜLTLER
Dini sistemler zaman içinde değişimler yaşamışlardır. Bu da mezhepleri doğurmuştur.
İtikadi mezhepler. Örnek: Tanrı oğlu İsa Mesih’in şahsı üzerindeki tartışmalardan bir çok mezhep doğdu.
Fıkhi mezhepler. Dini yaşamın nasıllığı ile ilgili görüş ayrılıklarından doğdu. Örnek: Caynizm’de giyim konusunda farklı bakış açıları görüş ayrılıklarını doğurdu.
Siyasi mezhepler. Dini cemaatin siyasal otorite ile ilişkilerinden görüş ayrılıkları doğdu. Örnek: Hristiyanlığın Roma’nın resmi dini haline gelişiyle siyasallaşması.
Mezhep hareketleri ortodoksi ve heterodoksi ayrışması şeklinde de kendini gösterdi. Ortodoksi, egemen, yaygın anlayış, doğru öğreti, doğru ve kabul edilebilir inanç anlamlarına gelir.
Heterodoksi, merkezi din anlayışının dışında kalan görüş ve akımları ifade eder. Resmi öğretinin dışında kalan her türlü akımı ifade eder.
Heretik, Sapkın akımları ifade eder. Bu kavramlar tarihsel süreç içerisinde göreceli olarak kullanılmıştır.
İslam’da Hristiyanlığa nazaran heterodoksal akımlar daha azdır. Sebebi ise, İslam’ın temel kaynakları üzerinde uzlaşma daha fazla olmasıdır. Bir diğer sebep de inanç esaslarının sade ve anlaşılır olmasıdır.
Ortodoksi kendisini doğru/kanonik inanç ve öğretilere sahip olan olarak görür. Tekelcidir. Kendi dışındakileri doğrunun dışında görür. Tüm topluma üstünlüğü tesise yönelir. Kendi gibi düşünmeyen anlayışlar hem dini hem kültürel farklılığı, karşıtlığı ve yozlaşmayı ifade eder. Dışlamacı, çoğunlukla şiddet yanlısıdır.
Senkretizm, farklı inançların bir arada yaşaması ve bilinçli bilinçsiz etkileşimleri sonucu ortaya çıkan yeni dinsel yorum. Örnek: Sihizm. (İslam-Hinduizm), Yehova Şahitleri (Yahudi-Hristiyan)
Kült: Belli bir varlık ya da obje ile ilgili inançları ve ibadet anlayışını ifade eder. İçe dönük, gizemci yapılardır. Esoterizm ve komün toplum/cemaat anlayışını kendilerine temel edinmiş akımlardır. Kurulu yaygın dinsel geleneklere ve sosyal değerlere karşı bir anarşizm, başkaldırı bazen nefret, şiddet ve teröre yer veren hareketlerdir.
DİNLER TİPOLOJİSİ/TASNİFİ
Dinler çeşitli yönlerden tasnife tabi tutulmuştur. Tariflerin hepsi bir takım problemler taşımaktadır. Dinden hareketle yapılan tasniflerle tasnifi yapan kişinin dine yönelik algıları tasniflerin farklılaşmasına neden olmaktadır. Evrimci/pozitivist anlayışa göre dinler: ilkel dinler ve gelişmiş dinler şeklinde tasnif edilir.
Dinin kendisi merkezli yapılan tasnifler. Örnek, Hak-semavi-ilahi dinler/Batıl dinler. Hristiyanlık kendini hak diğerlerini pagan gelenekler olarak tanımlamıştır. Sabiilikte kuşta (yegane doğru), Kabda (yanlış anlayış) şeklinde bir tasnif yapmıştır.
Dinler nesnel bir yaklaşımla da tasnif edilmiştir. Buna göre dinler, evrensellik, tanrı düşüncesi, vahiy geleneği, merkezi kavram ve değerleri, yaşadığı coğrafi alanlar gibi çeşitli yönlerle tasnife tabi tutulmuşlardır.
Çeşitli Tanrı Düşünceleri ve Dinler
Bütün dinsel inançların temelini oluşturan ve genellikle aşkın bir varlığa ya da varlıklara inanma şeklinde tezahür eden üstün güç ya da güçlere yönelik inanışlar dinlerin en temel özelliklerindendir. İnsanın aşkın bir varlığa/ varlıklara inancının temelleri çeşitli açılardan açıklanabilir. Örneğin insanın, yaşadığı çevrede birilerine sığınma, yardım dileme ya da yakarma duyguları taşıyan bir varlık olması da doğaüstü aşkın bir varlığa inanıp bağlanma duygusuyla yakından ilişkilidir. Her ne kadar akıl ve yetenekleriyle yaşadığı çevrede otoriter bir yapı kurmuş olsa da insan, sıklıkla karşılaştığı sorunlarla acziyet içerisine düşer; güçlü bir elin içinde bulunduğu çaresizlik ortamından kendisini çekip çıkarmasını, himaye etmesini ister. Yaptığı yanlışlıklar nedeniyle içine düştüğü vicdan azabını hafifletecek, pişmanlığını duyarak kendisini affedecek bir gücü arzular. İnsanın bütün bu duygularını yalnızca içinde bulunduğu maddi âlem çerçevesinde kalarak tatmin etmesi mümkün değildir. Zira her insan yaşamında maddi hiçbir güç ve kuvvetin güç yetiremeyeceği, yardımcı olamayacağı olaylarla ya da duygu yükleriyle yüz yüze gelebilir. Bütün bu durumlar, içinde yaşadığı maddi âlem gibi sınırlı olmayan bir üstün güce, madde âlemine, duygu ve düşüncelere ve her şeye egemen olan bir aşkın varlığa insanın inanıp yönelmesini zorunlu kılmaktadır. Nitekim Kur’an, Tevhide inanmayan insanlardan bahsederken zaman zaman onların çaresiz kaldıklarında Allah’a yönelip ondan yardım dilediklerine ancak feraha çıktıklarında yeniden inkâr ve şirk ortamına döndüklerine dikkat çeker. Böylelikle Kur’an, inanan ya da inanmayan bütün insanların, gücünde sınır olmayan yüce bir varlığın himayesine sığınmak ve onun yardımını dilemek duygularını taşıdığını vurgulamaktadır.
Üstün güç/güçler metafizik bağlamdaki ilahi bir varlık ya da varlıklar olabileceği gibi, yaşanılan evrene ait herhangi bir obje, nesne, şahıs ya da evrensel düzlemde etkili olduğuna inanılan bir ilke de olabilir. Dinlerin inanç ve ibadet sistemlerinde yer verilen üstün güç ya da güçler genellikle tanrı veya tanrılar şeklinde karşımıza çıkar. Bununla birlikte yarı tanrısal ve ruhsal varlıklar, ata ruhları ve benzeri doğaüstü unsurlar da üstün varlıklar olarak tazim edilebilir. Ayrıca Çin dinsel geleneklerinde yer verilen Yin-Yang prensibi ve Hint dinlerinde önemli yer tutan Karma (Dharma) doktrini gibi tanrısal güce sahip bir evrensel sistem de her şeyi kuşatan üstün bir güç olarak karşımıza çıkabilir.
Teizm tanrı ya da tanrıların doğaüstü üstün güçler olarak algılandığı geleneklerdir. Bunlardan monoteist ya da tek tanrıcı dinler insanların yaşamlarında yer verdikleri ya da verebilecekleri diğer üstün güçleri reddederek bir tek üstün gücün, yani bir Tanrı’nın varlığının kabul edilmesini ön plana çıkarmışlardır. Örneğin İslâm’da dinin temel öğretisi “Allah’ın tek ilah olarak kabul edilmesi” mesajı ile ifade edilmektedir. Bu mesaj, Allah’ın tek ilah olarak kabul edilmesi ve bu konuda ona hiçbir şeyin denk tutulmamasıdır. İslâm, insanlarca Allah’ın dışında ya da Allah’la birlikte başka unsurların da üstün güç edinilmesini uygun görmemekte ve insanın yaşamında yalnızca Allah’ı ilah olarak kabul etmesini şart koşmaktadır. Benzer şekilde Yahudilikte de Tanrı’dan (Yahve’den) başka tanrılar edinmemek ve puta tapmamak Musa’ya verilen 10 temel emirden birisi (ve en önemlisi) olarak görülür.
Dinlerde üstün güç olarak inanılan tanrısal varlık bazı dinlerde ise düalist ya da politeist bir bağlamda düşünülür. Düalist ya da iki tanrıcı dinler genellikle iyi ve kötü düalitesi çerçevesinde bir iyilik bir de kötülük tanrısının varlığını kabullenirler; ancak kötülükten sakınmak amacıyla iyilik tanrısına tapınmayı esas alırlar. Çoktanrıcı geleneklerde ise insan yaşamından iyi ve kötü nitelikleri temsil eden bazen sayısız oranda tanrısal varlığın mevcudiyetine inanılır; hatta böylesi inanç sistemlerinde bunların yanında çeşitli doğal varlıklar, gök cisimleri, hatta krallar ve yöneticiler gibi insanlar da üstün varlıklar kategorisindeki yerlerini alırlar. Nitekim Eski Mısır, Roma, Babil ve eski İran geleneklerinde kraliyet hanedanlarının -çoğunlukla yaşamları esnasında- bir şekilde tanrısallıkla ilişkilendirilmiş oldukları bilinmektedir. Bazı dinlerde ise çoktanrıcılık kabul edilmekle birlikte, bunlardan yalnızca birisi üstün güç olarak kabul edilip tazim edilir. Böylesi geleneklerin tanrı inancı Henoteizm kavramıyla ifade edilir.
Çeşitli dinler tanrı evren ilişkisi ya da tanrı insan ilişkisi açısından birbirinden farklılık gösterirler. Örneğin başta İslâm ve Yahudilik olmak üzere birçok dinde tanrı yaratıcı bir güç olmanın yanında evreni ve insanı yöneten ve yönlendiren bir üstün varlık olarak da düşünülür. Bu bağlamda vahiy ve peygamberlik inançlarına yer verilir. Ancak bazı inanç sistemlerinde tanrı, yalnızca yaratan, var eden bir güç ya da bir ilk neden/müsebbib olarak görülür. Bu bağlamda tanrı var etme sonrası, aşkınlığından dolayı evrenden ve insandan bir bakıma elini çekmiş bir deus otiesus’tur. Evren ve insanla ilgili olarak ise bu inanç sistemlerinde, ya insanın akıl yoluyla hakikati kavraması düşünülmüş ya da bazı yarı tanrısal veya ikinci dereceden tanrısal varlıklar aracılığıyla yüce tanrı ile irtibat kurulması hedeflenmiştir. Cahiliye dönemi Arap dini olarak da adlandırılan İslâm öncesi geleneksel Arap inancı ile çeşitli deist gelenekleri bunlara örnek olarak verebiliriz.
Benzer şekilde inanılan tanrının sıfatları konusunda da dinler arasında çeşitli farklılıklardan söz edilebilir. Genellikle çok tanrıcı dinlerde tanrılar, insanın tecrübe dünyasından hareketle insan biçimli ve insan nitelikli varlıklar şeklinde tanımlanır. Tektanrıcı inanç sistemlerinde ise Tanrı her ne kadar mutlak anlamda aşkın bir varlık olarak düşünülse de yine de bu dinlerin kutsal metinleri tanrı ile ilgili mecazi tanımlamalara yer verirler. Yahudi kutsal metni Tanah’daki antropomorfik tanımlamalarla Kur’an’daki kimi müteşabih ifadeleri bu bağlamda değerlendirmek gerekir. Diğer taraftan bazı inanç sistemleri ise tanrının hiçbir şekilde olumlu nitelemelerle tanımlanamayacağı üzerinde dururlar ve dolayısıyla ancak olumsuz niteliklerden sakındırmak suretiyle Tanrı hakkında konuşulabileceğini belirtirler.