*Bir malın kendisinin alınıp satılması alışveriş; malın menfaatinin satılması kiralama.
**İslamın kolay bir ticari hayatı öngörmesinin esası?
“Bir malın ticaretinin yasaklandığına dair açık bir nass bulunmadığında, onun ticaretinin mübah olması esastır.
**İslam fıkhında ticaret malında olması gereken özellikler?
-Mal, dinen yasaklanmamış olup, insanların herhangi bir şekilde yararlanabileceği bir mal/eşya olmalıdır.
-Ticaret malının miktarı ve nitelikleri müşteri tarafından yeteri kadar bilinmeli, fiyatı belli olmalı, müşteriye teslimi mümkün olmalı, teslimat ihmale dayanmamalıdır.
- Eğer alışveriş vadeli yapılacaksa vade, mal, bedel, ödemenin nerede ve nasıl gerçekleştirileceği belli olmalıdır.
-Müşterinin maldan yada piyasadan anlamamasını fırsat bilerek onu kandırmamalı, hileli yollarla malını satmamalıdır.
*Bu olumsuz davranışlar hem günah hem de akdi bozma yetkisi tanıyan durumlardır.
*Mal peşin para veresiye: Taksitli alışveriş Para peşin mal veresiye: Selem alışverişi
*Hz Peygamberin yasakladığı vadeli satış: Malların takas edilmesi şeklindeki vadeli satıştır. (günümüzde yok denecek kadar az. Günümüz ticareti çoğunlukla para ile mal satışı şeklinde cereyan eder)
*İslam alimlerinin bir kısmı vadeli satışlardaki vade farkının caiz olmadığı görüşündedir. Dayanakları Efendimizin “Bir satış içinde bir yada iki şart yasaklanmıştır” hadisi. Vadeli satışta pekin şu kadar vadeli şu kadar denilerek sözleşme gerçekleştiğine göre bu işlem yasak olmalıdır. Satıştaki vade farkını bir çeşit faiz olarak görürler. Vadeli satışta bir nevi belirsizlik olduğunu düşünürler. Belirsizlik akti fasid yada batıl kılar. Veresiye satışta vadeyi bahane ederek alınan fazla parayı mal karşılığı görmenin zor olduğunu düşünürler.
*Buna karşılık İslam alimlerinin çoğunluğu vade farkının caiz olduğu görüşündedirler.
-Delilleri: Hz Peygamberin şartlı alışveriş yaptığına ve buna müsaade ettiğine dair sahih hadisler mevcuttur. Hadiste yasaklanan bir satış içinde iki satışı hiçbir müctehid “vade farkı ile satış” manasında anlamamıştır. Aksine söz konusu hadis peşin mi veresiye mi olduğu belli olmayan, belli bir bedele karar verilmeksizin yapılan satıştır.
-Veresiye satıştaki vade farkı faiz değildir. Çünki para karşılığında para olmayan bir mal faiz görülmez.
-Veresiye satıştaki fiyat farkının, vadenin karşılığı olarak görülmesi doğru değildir.
-Malını veresiye veren tüccar bir müddet o malın bedenli alamayacak, onunla mal alıp satamayacak bu nedenle yeni bir kazançtan mahrum kalacaktır. Bu mahrumiyet de uygun bir kar farkının meşru sebebi olabilir.
-Tahsil edilmemiş alacaklar için her zaman bir risk söz konusudur. Buda veresiye satışlarda karın farklı tutulmasına bir sebep teşkil eder.
-Taraflar satış konusunda anlaştığı için ortada bir belirsizlik yoktur.
-Selem alışverişinin sünnet olması veresiye alışverişlerdeki vade farkının caiz olasını gerektirir.
-Vade farkını yasaklamak ihtiyaç sahiplerinin işini daha da zorlaştıracaktır. Haram yolları tıkamak için vade farkını helal görmek gerekmektedir.
*İslam fıkhına göre alışverişin sıhhat şartlarından birisi, satılan malın ve fiyatının taraflar arasında tartışmaya sebep olmayacak açıklıkta belirlenmesidir. Bir satış akdinde satılan mal ya da fiyattaki bilinmezlik akdi kusurlu yapar.
*Bir malın (örnekte hayvan verilmiş), birim kilo fiyatı belirlenerek yapılan satış işlemi sahihtir. Böyle bir satış batıl ya da fasid olarak nitelenemez. Şafii mezhebi hukukçularından Şirbini “bu satış sahihtir, çünkü satılan şey görülmektedir” der. İlmi Araştırmalar ve Fetva Komisyonu’da sahih olduğu yönünde fetva vermiştir.
*Malın fiyatının gelecekte belirlenmesi şeklinde satışı kabul eden hukukçu: Ahmed b.Hanbel
.
*Cüzafen satış: Götürü usulü, malın ne kadar geleceği ölçülüp tartılmadan, göz kararıyla yapılan satış.
*Ekonomik istikrarsızlık nedeniyle fiyat belirlenmeden yapılan veresiye alışverişte iki görüş mevcuttur.
1-Akit sırasında veresiye olarak satılan malın fiyatı belirlenmediği için bu tür alışveriş uygun değildir. Eğer müşteri satın almak istediği malı borç olarak esnaftan alırsa, daha sonra borcunu ödeyeceği zaman aldığı malın parasal karşılığında anlaşarak esnafa nakit ödemede bulunursa caizdir. Bu çoğunluğun görüşüdür. Günümüz alimlerinden Vehbe Zuhayli, gelecekte belirlenecek fiyatla satışı uygun bulmaz.
2- Fiyat belirlenmeden veresiye olarak satılan malın fiyatının müşterinin ödemede bulunacağı günün fiyatından hesaplanması caizdir. Ahmed b.Hanbel, İbn Teymiyye ve İbnül Kayyim bu görüşü benimsemektedir.
*Piyasaların istikrarsız olduğu dönemlerde, hem esnafı hem de müşteriyi korumak adına, bütün olarak he kesim için maslahat oluştuğundan, fiyat belirtilmeden müşteriye mal satma şeklinde alışverişe müsaade etmek uygun olacaktır. Aksi bir yaklaşım hem esnafı hem de müşteriyi mahrum eder. Bir boyutuyla da üretim-tüketim arasındaki sirkülasyonu olumsuz yönde etkileyeceğinden, ekonomi piyasaları için istenmeyen durumdur.
** İslam Fıkhına göre akit hangi şekillerde gerçekleşir?
1-Taraflar aynı zaman ve mekan da hazır icab-kabulde bulunur. (hazırlar arası akit meclisi)
2- Taraflar birbirlerinden farklı mekanlar da bulunmakla beraber, karşı tarafa iradelerini beyan eden bir mektup ve ya elçi gönderir. Bu durumda mektubun alınıp açıldığı veya elçinin gelip uzaktaki tarafın beyanını açıkladığı anda akit meclisi kurulmuş olur. (gaibler arası akit meclisi)
*Gerek icab da bulunan gerek kabul beyanında bulunan kimse akdi bozma muhayyerliğine sahiptir. Buna göre akit meclis dağılana kadar akdin bağlayıcılığı bulunmamaktadır.
*Çağımız İslam araştırmacılarına göre; telefon, internet, görüntülü telefon, telekonferans gibi araçlarla yapılan alışverişlerde, hazırlar arasında gerçekleşen normal akitleşme kuralları geçerlidir. Yani telefon veya diğer araçlarla kendisine teklifte bulunulan kimse, telefon ya da haberleşme sona ermeden, yapılan teklifi kabul ettiği yönündeki beyanını açıklamalıdır ki akit gerçekleşmiş olsun. Aksi halde akit meclisi son bulmuş ve akit gerçekleşmemiş olur. Bu durumda sonradan yapılan kabul beyanı ile akit tamamlanmış olmaz.
*Faksın telefon gibi kabul edilmesi hususunda; tarafların faksın başında bulunmaları ve kısa süre içinde karşılıklı fakslaşarak haberleşmeleri mümkün olduğundan, bu durumdaki sözleşmeler telefonla yapılanlar gibi, hazırlar arasındaki sözleşmelerin kurallarına tabiidir. Bununla birlikte faksı telgrafa benzeterek gaibler arasındaki akitleşme kurallarına tabi olması gerektiğini savunanlarda bulunmaktadır.
*İbrahim Kafi Dönmez; telgraf, faks, kaset, disket vb ile yapılan sözleşmeler, klasik dönemde mektupla yapılan sözleşmelere benzeterek gaibler arası akit gibi değerlendirmiştir.
*İnternet aracılığıyla yapılan akitlerin hazırlar arasında gerçekleşen akitler gibi değerlendirilmesi akla daha uygundur.
*Sonuç olarak; sahih bir sözleşme için tarafların aynı mekan da hazır bulunmalarının şart olmadığı ve birbirinden uzakta bulunan kimselerin de akitleşebilecekleri gerçeğinden hareketle, günümüzde tedavülde olan elektronik cihazlarla ticari akitlerin yapılması mümkündür. Bunlardan tarafların aynı zaman dilimi içinde birbiriyle irtibat kurmalarını sağlayabile iletişim araçlarının kullanıldığı akitlerde hazırlar arası akit kuralları hakimdir. Aynı anda değil de belli bir sürenin geçmesiyle sağlanabilen sözleşmelerde gaibler arası akit kuralları geçerlidir.
*Kaparo: ön ödeme, pay akçesi, pişmanlık akçesi. Bir satış ya da kira sözleşmesinde müşterinin sözleşmeyi tamamlaması halinde toplam fiyattan düşürülmesi, feshetmesi durumunda ise akitten dönmenin karşılığı olarak mal sahibinde kalması şartıyla yaptığı ön ödemedir.
** Kaparonun satıcıda kalması caiz midir?
-Sahabe döneminde itibaren İslam fıkıhçılarını çoğu, bu tür bir sözleşmenin caiz olmadığı kanaatindedir. Hanefiler, Malikiler ve Şafiilerde bu işlemi caiz görmemişler ve kaparonun satıcıya helal olmayacağını belirtmişlerdir. Ünlü İslam bilgini Şevkani de caiz olmayacağı görüşündedir.
-Hanbeli alimleri ve günümüz İslam hukukçuları da caiz olduğu görüşündedir. Gerekçeleri; mal sahibinin müşteriyi beklemesinin karşılığı ve akitten caymayı önleyici yaptırım.
-İslam Fıkıh Akademisi; süre sınırlandırılırsa kaparolu satış ilke olarak caizdir yönünde karar almışlardır.
*Hava Parası (Peştemallik): Bir ticarethanenin devri durumunda ticarethanenin yeri, müşterileri, şöhreti gibi nedenler göz önünde bulundurularak asıl değerinin yanında alınan, tabir caizse, manevi sermaye karşılığında ödenen paradır.
*İslam hukukuna göre; mal sahibi, sözleşmesi bitmeden önce kiracısından iş yerini boşaltmasını isterse; kiracı bir miktar hava parası karşılığında boşaltmayı kabul ederse, buna karşılık alacağı hava parası kendisine helaldir. Çünkü boşaltmama hakkını, aldığı bir bedel mukabilinde mal sahibine satmış olur.
* Bir gayrimenkulu şartsız olarak kiralayan kiracı, kiraladığı gayrimenkulu kira müddeti içinde istediği bir bedelle bir başkasına kiralayabilir. Ancak Hanefiler, kiracının kiraladığı yeri bir başkasına daha fazla bedelle kiraya verebilmesi için, o gayrimenkule bakım, onarım gibi bir masraf yapmış olmasını gerekli görürler.
*Çoğunluğun görüşüne göre, kiracı meşru olarak kiraladığı bir dükkan ya da işyerini bir başkasına daha fazla fiyatla kiraya verebilir., yani kiralık gayrimenkulun el değiştirmesi durumunda önceki kiracı sonradan kiralayacak olandan hava parası alabilir. Nitekim İslam fıkhında bir haktan vazgeçme anlamı taşıyan durumlarda ücret alınması genelde meşru görülmüştür. Günümüz alimleri de aynı görüştedir.
*Sigorta: Prim karşılığında cana veya mala karşı oluşan risklerin zararlarını tazmin etme güvencesi.
*Ticari anlamıyla sigortacılık: Cana veya mala karşı oluşma ihtimali bulunan risklerin zararlarını tazmin etme güvencesi satışı.
*Sigorta şirketleri, yalnızca prim ödeme yükümlülüğü altına giren üyelerine maddi yardımda bulunmaları sebebiyle diğer yardım dernekleri ve vakıflardan ayrılmaktadır.
**Sigortalar kaça ayrılır?
1-Belirli halk gruplarının sosyal güvenliklerini temin amacıyla kanunla kurulan ve belirli iş kolunda çalışanların iştirak etmeleri çoğu defa mecburi olan sosyal sigortalar.
2- Bireylerin özel menfaatlerinin çeşitli risklere karşı teminat altına alınması için serbest iradeleriyle vücuda getirdikleri bir risk teminatı olan hususi sigortalar.
** Hususi sigortalar kaça ayrılır?
1- Sabit primli sigorta (Ticari sigorta): Bu sigortalarda, sabit olarak belirlenmiş bir sigorta primi karşılığında sigorta güvencesi sunmaktadır. Sigortalının belirlenen prim dışında başka bir maddi yükümlülüğü yoktur.
2- Değişken primli sigorta: Bu sigortalarda sigortalıların ödeyecekleri prim miktarları sözleşme esnasında sabit olarak belirlenmeyip, sigortalıların gerçek yükümlülükleri belirli bir dönem sonunda tespit edilebilmektedir. Değişken primli sigortalar kooperatif şirket şeklinde müesseseleştiklerinden, burada sigortacı sigortalılardan ayrı değildir.
*İslam alimleri arasında sosyal sigortaların ve karşılıklı/değişken primli sigortaların meşru olduğu hususunda ihtilaf bulunmamakla birlikte ticari sigortaların fıkhi hükmü ciddi bir şekilde tartışılmıştır.
**Ticari sigortaların (sabit primli) caiz olmadığı görüşünde olanlar?
Günümüz İslam alimlerinin çoğunluğu ticari sigortaların hiçbir türünün caiz olmadığı görüşündedir. Onlara göre, ticari sigorta sözleşmesinde akdi yaralayan birçok olumsuzluk bulunmaktadır. Bunlar;
-İslam hukukuna göre “belirsizlik” ve “karşılıklar arasında ciddi fark” gibi sözleşmeleri kusurlu yapan şeyler, bu sözleşmede mevcuttur. Mesele sigortalı uzunca bir süre prim öder ama sigortalanan eşyaya bir zarar gelmez yada br kaç defa prim öder ve eşyaya zarar gelince sigorta şirketinden astronomik bir rakam alır. Bu durum sigorta akdini İslamın yasakladığı akitler arasında görmeyi gerektir.
-Ticari sigorta sözleşmelerinde bilinmezlik, tehlike ve gararın (aldanmanın) varlığının kabul edilmesi halinde, bu sözleşmede kumar unsurunun da varlığının kabul edilmesi zorunluluk arz eder.
- Sigotalının primleri ödeyipte sigortalanan riskin oluşmaması halinde sigorta şirketinde kalacak para şirket açısından karşılıksız bir kazanç olacağı ve bununda İslam tarafından yasaklanan “batıl yollarla başkasının malına el koyma” şekli olacağı açıktır.
-Sigorta primi ve bunun karşılığında satılan sigorta tazminatının her ikisi de nakittir. Bu nakitlerin aynı cinsten olması sebebiyle, sigorta primi kadar sigorta tazminatı alınması halinde aradaki gecikme nedeniyle gecikme faizi (riben nesie), biri diğerinden fazla olması halinde hem gecikme faizi hem de fazlalık faizi(ribel fadl) gerçekleşecektir.
-Bu görüşleri benimseyen İslam alimleri “zarureten ticari sigortaların meşru görülmesi gerektiği” görüşünü kabul etmezler. Sigortacılıktan ticari kazanç elde edilmesine ve sigorta güvencesinin bir meta gibi satılmasına karşı çıkmaktadırlar.
**Ticari sigortaların bütün türlerinin caiz olduğu görüşünde olanlar?
Günümüz İslam alimlerinin bir kısmı caiz olduğunu benimser. Görüşleri;
-Ticari sigorta sözleşmeleri klasik dönem İslam fıkhındaki sözleşmelerle benzerlik arzeder.
-Sosyal sigortalar meşru ise ticari sigortalarda meşrudur.
-Bu yeni bir sözleşmedir ve bunu yasaklayan açık bir nass bulunmamaktadır.
-Ticari sigortalar temelde birer “teberru sözleşmesi” üzerine kurulduğundan, bu akitlerde gararın ve cehaletin varlığı akde tesir etmeyecektir.
-Bu gruptaki bazı alimler, sigortalı primi ödeyince sigorta güvencesi elde ederek iç huzuruna kavuştuğunu söyler.
-Ticari sigortalarda taraflar verdiklerinin karşılığını aldıklarından, bu sigortalar Kuranda yasaklanan “batıl yolla mal elde etme” şeklinde görülmeyecektir.
**Ticari sigortaların bazı türlerinin meşru olduğunu savunanlar?
Çağdaş fıkıh bilginlerinden bazıları ticari sigorta hakkında tek bir hüküm vermemiştir.
-Bir kısmı, sigorta sisteminden faizin çıkarılması kaydıyla meşru saymış.
-Bir kısmı, devlet yönetiminde olması şartıyla meşru olacağını iddia etmiş.
-Bazılarıysa ticari sigortalardan sadece sorumluluk sigortasını meşru saymışlardır.