Edep, Arapça bir kelime olup Türkçe karşılığı saygıdır. Ancak, o da terbiye manâsına artık Türkçe'ye mâl olmuş kelimelerden biridir.
Edep; toplum töresine uygun davranmak, incelik demektir. Edep, güzel bir huydur. İyi huylu ve güzel terbiye sahibi olmak, edepli insanın özelliklerindendir.
Edep, İslâm ahlâkının temel unsurlarından biridir. İnsanı her türlü kötü düşünce ve davranıştan alıkoyar. Bu yüzden atalarımız; “İnsanın edep sahibi olması, altın sahibi olmasından daha hayırlıdır…” demişlerdir.
Edepli insanlar, büyüklere saygı, küçüklere sevgi ve şefkat gösterirler. İnsanlarla iyi geçinirler. Kurallara uyarlar. Böyle insanlardan oluşan toplum güçlü olur.
İlim edeple güzel olur. Hak yolcusu ancak edeple yol alır. Zikir, edeple fayda verir. İbadet edeple yapılırsa Allah’a yükselir. Tövbe, edeple kabul edilir. Bunun için Allah dostları talebelerinden her işte edep ister, edep bekler. Tasavvuf yolunda, bütün menzil ve makamlarda insanın önüne tek levha çıkar:
"Edep Yâ Hû!"
Eskiden evlerin ve işyerlerin duvarlarına “Edep Ya Hû!” yazılı levhalar asılıyordu.
“İslâmiyet üç rükün üzerinde durur ve bu üç esas üzerinde devam eder. Bunlar, itikat, ubudiyet ve ahlâk-ı hasene, yani güzel ahlâktır. Ahlâk-ı hasene diğer ikisini korur. Eğer güzel ahlak olmazsa diğerlerinin ruhu kalmaz. Bizim dinî kültürümüzün kaynağı bunlardır.”
Eskiden "Kapıyı kapat!" denilmezmiş. Allah (cc) kimsenin kapısını kapatmasın diye düşünülürmüş. "Kapıyı ört, ya da sırla" denilirmiş. Kapının kapanmadan yavaşça örtülmesi edebdenmiş.
“Lambayı söndür” demezlermiş. Allah (cc) kimsenin ışığını söndürmesin. "Lambayı dinlerdir" derlermiş. Lamba yakılmaz, uyandırılırmış.
İnsanların sözü kesilmez, işaret ve işmar edilmez, fısıltılar, gizli konuşmalar hoş karşılanmazmış.
Hanımlar beylerine "Efendi" derlermiş, "siz" derlermiş. Hanımefendiliklerini gösterirlermiş.
Gezerken yere yumuşak basılır, ses çıkarmamaya çalışılırmış. Yerdeki haşerata basmamaya özen gösterdiği için adı "Karınca basmaz Efendi” ye çıkan insanlar varmış.
Kapıdan çıkarken arkasını dönmemek, geri geri çıkmak edebdenmiş.
Kapı eşiğindeki misafirlere ait ayakkabılar, dışarıya doğru değil, içeriye doğru çevrilirmiş. "Git bir daha gelme!" der gibi değil de. "Gitsen de ayağının yönü buraya dönük olsa" dercesine dizilirmiş.
Canlı cansız her şeyin bir hatırı varmış. Eskiler hayatı o kadar nurani, o kadar temiz, o kadar manâlı yaşarmış.
Hz. Enes anlatıyor: On sene Allah Rasulü'ne (sav) hizmet ettim. (Zaten Allah Rasulü'nün (sav) hizmetine girdiğinde de on yaşlarındaydı). Bir defa dahi, yaptığım bir iş için "Neden yaptın?", yapmadığım bir iş için de "Neden yapmadın?" dediğini duymadım.
Hatta bir defasında beni bir işe göndermişti. Sokakta oyuna daldım. Aradan ne kadar zaman geçtiğini bilmiyorum. Bir ara arkadan birinin kulağımı tuttuğunu hissettim. döndüm baktım ki Allah Rasûlü (sav). Yüzünde yine aynı tebessüm. "Hemen gidiyorum, Ya RasûlAllah" dedim ve koşarak bana verdiği işe gittim.
O, Allah (cc) ahlâkıyla ahlâklanmış ve ümmetinin de aynı ahlâkla ahlâklanmasını emir buyurmuştu. Bunu öğreneceğimiz iki ana kaynak vardır; onlar da Kur'ân ve edeb-i Rasûlullah diyeceğimiz Sünnet.
Edep, eğer farzıyla, vacibiyle, sünnet ve müstehabıyla Efendimizin (sav) hayatı seniyyeleri ve bize bıraktıkları en önemli miras da kendi nurlu yaşayışlarıysa, bizim de o edeble edeblenmemiz bir zaruret ve bir mecburiyettir. Tabii ki, farzıyla edeblenmek farz; vacibiyle edeblenmek vacib; sünneti ile edeblenmek sünnet ve müstehabıyla edeblenmek de müstehabtır. Çünkü Allah (cc) O'nu, bize hayatı öğretmesi için göndermiştir. Biz, yemenin, içmenin, yatmanın ve bütün fıtri ihtiyaçlarımızı gidermenin edebini hep O'ndan öğrendik.
Peygamberimiz (s.a.v.) ise şöyle buyuruyor:
“Beni Rabbim edeplendirdi de ne güzel edeplendirdi.”
İşte nuri Muhammedî, edepte insanlık için en güzel örnektir.
Onun edebi ile edeplenmek bize emanet olarak bıraktığı Kur’an ve sünnet emanetine sarılmakla mümkündür.
Çünkü Allahu Teala, “Peygamber size ne verdi ise onu alın ve size neyi yasakladı ise ondan sakının.” (Haşr 10) buyuruyor.
Sünneti dikkate almadan Kur’an-ı Kerim’i bütünüyle anlamak mümkün değildir. Zira dinin bütün hükümlerini Kur’an-ı Kerim’den öğrenemeyiz. Mesela namazdan bahseder Kur’an, fakat nasıl kılınacağı, rekatı, rükusu, selamı ve ayrıntıları sünnetle öğrenilir. Zekatın verilmesini emreder, fakat zekatın hangi cinsinden kaçta kaçı verileceği; kurbanın cinsi, yaşı, insanî ilişkilerde edebin sınırları ancak sünnetle anlaşılır. Nur-i Muhammedî’den ve sünnetinden uzak kalanların sonları hüsrandır.
Hz. Aişe annemize göre de O’nun ahlakı Kur’an’dı.
Efendimiz (sav), arkadaşlarıyla beraber yapılması gereken işlerde bizzat aktif olarak çalışırdı. Ev işlerinde de hanımlarına yardım ederdi. Kimseye emr-i vâki yapıp şahsi işlerini gördürmezdi. Belki arkadaşları, O'na ait bir işi yapmak için âdeta birbirleriyle yarışırlardı. Fakat her defasında iş yapmaya ilk teşebbüs O'ndan gelirdi.
Meselâ, bir yolculukta, yemek yapılacaktı. Sahabiden biri, "koyunu kesmek bana ait", dedi. Diğeri "yüzmek de bana ait" deyince, Efendimiz (sav) hemen ayağa kalkıp "odun toplamak da bana ait" buyurdular ve odun toplamaya koyuldular. Hendek kazımın da bizzat bulunduğu, mescid yapımında herkesle beraber kerpiç taşıdığı hepimizin mâlumudur. O, böyle davrandı ve arkadaşlarını da böyle yetiştirdi. Onun içindir ki, Ebu Bekirler, Ömerler, Osmanlar, Aliler (ra), müstesna bir titizlikle, kılı kırk yararak, adalet ölçüsünde yaşayabildiler. Bunu onlara, Muallim ve Mürşitleri olan Allah Rasulü öğretmişti.
Peygamberimizi ümmet için hatta insanlık için her konuda en güel örnektir. O’nun sünnetini hayatlarına düstur edinenler ebediyyen nasibini alan bahtiyar insanlardır. Bu anlatılanlara bir kaç örnek:
Peygamberimizin edebinden nasibi olan, onun nurlu yolundan istifade edebilir.
Mescidi Nebevî’nin tamirinde abdestsiz hareket etmeyen Osmanlı’nın güzide insanları, çekiçlerine keçe bağlayarak Rasulullah’ın ruhaniyetini tedirgin kılmaktan teeddüb etmişlerdir.
İmamı Malik, Allah Rasulü’nün bastığı toprağa hürmeten Medine-yi Münevvere’de hayvan üstüne binmedi, ayakkabı giymedi.
Peygamberimiz orduya yardım talebinde bulununca Hz. Ebu Bekir (r.a.), servetinin tamanını getirmiş, Rasulullah’ın: “Çoluk çocuğuna ne bıraktın ya Ebu Bekir?” sualine de büyük bir iman vecdi ile:
– “Allah ve Rasulünü.” diye cevap vermiştir.
Bugün ümmet-i Muhammed olan biz müminler edebimizi ne kadar muhafaza ediyoruz?
Çocuklarımızın giysisi, tahsili, kısaca hayatımız Rasulullah (sav)’ın hayatı, edebi ile ne kadar benzerlik taşıyor?
Allah’a karşı edebin en güzeli, bu yakınlığı her an hissedebilmedir. Davud-i Taî şöyle anlatır:
Yirmi yıl Ebu Hanife hazretleri ile birlikte bulundum. Bu zaman zarfında ayaklarını uzattığını hiç görmedin.
Kendisine:
– Yalnızken ayağını uzatmanda ne mahzur var? dedim.
Bana:
– Cenab-ı Hak karşısında edepli olmak daha eftaldir, dedi.
İhsan derecesine ulaşan ehlüllah hep böyle düşünürler.
Gökten inen Sofra (Kıssa)
Musa aleyhisselam zamanında, İsraiiloğulları’nın rızkı gökten gelirdi. Bir zahmete ve sıkıntıya girmeden, Allah Teâlâ’nın lutfu kereminden beslenirlerdi.
Musa aleyhisselâmın kavmi arasında bu ilâhi yardımın kıymetini ve değerini bilmeyen cahiller çoktu. Bunlar, verilen nimetlere nankörlük ederek, “Biz toprakta yetişen soğan, sarımsak, mercimek gibi yeşilliklerden ve sebsezelerden isteriz” dediler.
Yaptıkları bu edepsizlik, gelen sofranın kesilmesine sebep oldu. Ekmekleri gelmedi. Bıldırcın kuşunun etiyle kudret helvasını bulamaz oldular. Yemek ihtiyaçlarını karşılamak için topağı işlemek zorunda kaldılar. Bahçe bellediler, tarla sürdüler, ekin ekip biçtiler. Yorgunlukları yanlarına kar kaldı.
Musa aleyhisselâm bunlar için tekrar şefaatçi oldu. Rabbine niyazda bulundu. Keremi bol olan Allah, içinde çeşitli nimetlerin bulunduğu tabaklarla dolu sofrayı gökten indirdi. (Maide Suresi)
Bu sefer Hz. Musa (a.s.) onlara yalvararak uyardı: “Bu sofra devamlıdır. Yeryüzünden kalkmayacak ve eksilmeyecektir. Alemlerin rabbi olan Allah’ın sofrasında aç gözlülük etmek, hırsa kapılmak nankörlüktür.”
Musa aleyhisselâm sanki onları hiç uyarmamış gibi, bu edep yoksulu küstahlar, kendileri için gelen sofradan yemek aşırdılar. Dilenci karakterli görgüsüzlerin hırsı yüzünden bu ilahi rahmet kapısı kapandı.
Yedi Yerden Sokulan Adam (Kıssa)
”Ayaz isminde bir genç, bir gün Sultan Mahmud-i Gaznevi’nin resmi hizmetinde bulunurken, aniden ayakkabısının burnunu salladı. Sultan, Ayaz’ın bu haline şaştı. O zamana kadar kendisinden hiçbir zaman edepsizlik görmemişti. Sultan firasetle, Ayaz’ın bir özrü olduğunu anladı.Memurlarından birisine Ayaz’ı takip edip, durumu incelemesini emretti. Sultanın adamı, Ayaz’ı takip etti.Ayaz bir köşeye çekilip, ayakkabısını çıkardı.İçinden bir akrep düştü. Ayaz,ayakkabısıyla akrebi ezerek,’
– Bugün, bana Sultanın huzurunda edebimi bozdurdun. Bugüne kadar sultanın huzurunda bir edepsizliğim görülmemiştir” diyordu. Memur, durumu Sultan’a arz etti. Ayaz geri dönünce Sultan:
– Ey Ayaz! Bugün niçin edepsizlik yaptın? Ayağını hareket ettirdin, durdun? dedi. Ayaz özür diler bir eda ile cevap verdi:
– ‘Kabahat işlemek hizmetçilerin, kölelerin işindendir.Affetmek ise, sultanların şânındandır”.
– Akrep hikayeniz bize ulaştı, deyince:
-Madem ki, haberiniz oldu anlatayım:
Sizin saltanat ni’metlerimize kavuşmuş biriyim. Akrep yedi defa ayağımı soktu, dayandım.
Ayağımı oynatmadım. Sekizincisinde takadım kalmadı. Ayağımın ucunu yerden kaldırdım.
Ey kardeşim, iyi dikkat et! Bir sultanın yanında, kölenin, hizmetçinin gösterdiği edebe bak! Bir de makamların en yükseği olan Allahü teâlânın huzurunda ibâdet hâlinde olanların ne edepsizlikler ettiklerini, onlardan ne cüretkâr işler meydana geldiğine bir bak! O zaman, bu ibâdetlerimizden utanmamız gerektiğini hattâ ömür boyu hâyâ sebebi ile başımızı kaldırmamamız lâzım olduğunu anlarsın.
Kıbleye doğru uzatılan ayak (Kıssa)
Şair Nâbî, Sultan 4. Mehmed döneminde hacca gitmek üzere bir kısım devlet erkanıyla birlikte yola çıkar. Kafile Medine-i Münevvere’ye yaklaşmıştır. Vakit gecedir. Resûlullah (sas) Efendimiz’e bir an önce ulaşma özlemiyle Nâbî’nin gözüne uyku girmemiştir. Fakat kafiledeki bir paşa, hem de ayaklarını kıbleye doğru uzatmış, uyumaktadır.
Hz. Peygamber’in (sas) beldesinde, edebe aykırı böyle bir gaflet hâlini bir türlü hazmedemeyen ve çok üzülen Nâbî, içinden gelen bir ilhamla kasidesini bir anda irticalen söyleyiverir. Kafile şafak vakti Medine-i Münevvere’ye girmektedir.
Ravza-i Mutahhara’nın minarelerinden sabah ezanı okunmaktadır. Müezzin, ezanın ardından Türkçe bir kaside okumaya başlar. Nâbî, dikkat eder, okunan kendi şiiridir. Hemen minarenin kapısına koşar. Müezzine, “Allah aşkına, okuduğun bu kasideyi nereden öğrendin?” der. Müezzin şöyle cevap verir: “Bu gece rüyamda Efendimiz’i (sas) gördüm, bana dedi ki: ‘Ya müezzin kalk yatma. Benim ümmetimden bana âşık bir zât benim kabrimi ziyarete geliyor. Muhabbetinden benim için şu kasideyi söylemiştir. İşte bu cümlelerle minareden onu istikbal et.’ dedi.
Ben de hemen kalktım. Abdest aldım. Peygamberimiz’in iltifatına mazhar olan âşık acaba kimdir diye düşünerek minareye koştum. Öğretildiği gibi okudum.” Nâbî, “Ümmetimden mi dedi?” diyerek sevincinden oracığa bayılıp düşer.
İbadetten Zevk Almak için (Kıssa)
Ebu Derda’ya biri geldi, dert yandı ibadet ve taatten hiç zevk almadığını söylendi. Ebu Derda Hz.leri:
- Hasta ziyaretini, cenazelere katılmayı, kabirleri ziyaret etmeyi ihmal etmezsen gönlün nurlanır ve basiretin açılır dedi.
Adam denilenleri yaptı ama tık yok, tekrar geldi Ebu Derda’ya:
- Efendim bende değişiklik yok, yine durumum aynı.
Ebu Derda Hz.leri:
- Hasta ziyaretine gittiğinde hastanın yerine kendini koyacaksın, cenaze defnedildiğinde defnedilen senmiş gibi düşüneceksin, kabir ziyareti yaptığında mezarda yatan kendinmiş gibi davranacaksın ancak o zaman kalbin dirilir.
Gerçektende adam samimi olarak bu sefer edebine riayet edip, kendi vücut ikliminde yaşıyormuş gibi kendisine söylenenleri uygulayınca
Ebu Derda’ya;
- Senden Allah razı olsun, sayende gönlüm dirildi, dedi.
Camiye Girmenin Edebi (Kıssa)
Beyazıd-ı Bestami’ye bir zattan bahsettiler, O’da hadi gidelim dedi, gittiler O övdükleri zat camiye girerken bir edebi çiğnedi.
Beyazıd-ı Bestami o adama selam vermeden geri dönüp gitti. Merak edenlere:
- ‘Bu adam İslam’ın normal kuralı olan camiye girerken sağ ayakla girileceği adabını bile muhafaza edemezken nasıl olurda bu adama teslim olunur?’ beyan buyurarak edeb ve adaba dikkat çekti.
18 Yıl Edep Dersi (Kıssa)
İmam Malik, İmam Şafi’nin yanında yirmi sene kalıyor. Yirmiyıl içerisinde onsekizini adap ve edepten bahsediyor, son ikisenesinde de ilimden.. Hatta İmam Malik derki:
‘Keşke İmam Şafii; son iki yılını da edepten bahsetseydi’ diye hayıflanıyor.
Edep ile ilgili Sözler:
Edeb nefsi gerektiği şekilde terbiye etmek ve güzel ahlâk ile süslemektir.
Her şey çok olunca ucuzlar; Edep bunun aksinedir, o çoğaldıkça değeri artar. Şems-i Tebrizi
Edep bir tac imiş nur-i hüda’dan, Giy ol tacı emin ol her belâdan. Türk Atasözü
Girdim ilim meclisine, eyledim kıldım talep; Dediler ilim geride, illa edep illa edep... - Yunus Emre
Şeytan Allah’ın huzurundan edebi terkettiği için kovulmuştur.
Üstadının edebi ile edeblenmeyen sünnet ve hadisle edeblenemez. Sünnet ve hadisle edeblenemeyen de âyet ve Kur’an’la edeblenemez.
Gezdim Halep ile Şam'ı eyledim ilmi talep,
Meğer ilim bir hiç imiş, illa edep, illa edep. (Yunus Emre)
KULUN, MEVÂSINA KARŞI EDEPLERİ
1- Allahü Teâlâ’dan ve Peygamberimizden gelen her şeye tam olarak inanmak.
2- Allah’ın sıfatlarını öğrenip kabul etmek.
3- Allah’tan gafil olmamak, az konuşmak, az gülmek.
4- Peygamberlerin de güzel sıfatlarını öğrenmek ve inanmak.
5- Kur’ân-ı Kerîm’i hak bilip hiçbir emrinde şüphe etmemek.
6- Allah’ın yasaklarından sakınmak.
7- Dinden hiçbir şeye itiraz etmemek. (Aklın kavrayamadığı şeyleri ehlinden sorup öğrenmek)
8- Allah’ı zikretmek.
9- Allah’ın büyüklüğü üzerinde düşünmeğe devam etmek.
10- Her şeyin Allah tarafından olduğuna inanmak.
11- Allah’ın azameti, büyüklüğü karşısında yalvarışta bulunmak.
12- Hayâ (utangaçlık) içinde ve kırık bir kalple huşû içinde bulunmak.
13- Kazanma hırslarına dalmayıp Allah’ın verdiklerine güvenmek.
14- Kul olduğumuza ve hep Allah’a muhtaç olduğumuzu unutmamak.
15- Allah’a teslim olmak ve ondan gelene razı olmak.
16- Allah’a daha yakın olamıyorum diye üzüntülü olmak.
17- Ölümü aklından çıkarmamak ve ölüme hazırlıklı olmak.
18- Allahü Teâlâ’nın bizi daima görüp seyrettiğini akıldan çıkarmamak.
19- Cehennemden korkmak, cennete girmeyi ümit etmek.
“Allah” İSMİNE VE KUR’ÂN-I KERİME KARŞI EDEPLER
1- Kur’ân-ı Kerîm okunurken konuşulmaz, yatılmaz, bir işle meşgul olunmaz. İnsanların kayıtsız kalıp dinlemedikleri veya pis ve kötü mahallerde Kur’an okunmaz.
2- İster iç tarafında, isterse dış tarafında olsun Allâhü Teâlâ’nın ismi yazılı olan kağıdı, bir şeyde kullanmak mekrûhtur. (Gazeteleri ve kitap sahifelerini yaygı olarak kullanmak gibi)
3- İçinde fıkıh, kelâm yazılı olan bir kağıda, bir şeyi sarmak câiz değildir.
4- Kur’an’ın sahifelerinin bulunduğu tarafa ayakları uzatmak mekruhtur. Eğer aynı istikamette değilse, mekruh olmaz.
5- Bir Kur’ân-ı Kerîm eskir, yırtılır, okunmaz hale gelir ve onun zayi olmasından korkulursa; temiz bir beze sarılıp, üzerine necâset atılmayacak, ayak basmayacak temiz bir yere defnedilir. (Gömmeye müsait yer bulunamadığında ise besmele ile yakılarak imha edilir.)
HOCANIN TALEBEYE KARŞI EDEPLERİ
1- Talebeden gelen zorluk ve müşkillere katlanmak.
2- Sessizliğe devam etmek. Talebeye karşı az konuşmak.
3- Halim-selim, vakarlı (ağır başlı) olmak.
4- Sâlim ve dinlenmiş olarak derse girmek.
5- Alçak gönüllü olmak.
6- Alay ve şakayı terketmek.
7- Talebeye yumuşak davranmak.
8- Zayıf ve âciz talebeye sabırlı davranmak
9- İz’ansız talebeyi, güzel öğütlerle yola getirmek ve düzeltmek.
10- Soru soranı azarlamamak.
11- Soranı dikkatle dinlemek.
12- Soruyu anlayıp cevabını vermek.
13- Mazereti dinleyip ilgilenmek.
14- Doğruyu kabul etmek ve doğruya boyun eğmek.
15- Talebeyi zararlı bilgilerden korumak
16- Faydalı ilmi, Allah’ın rızasından başka maksatlar için öğrenmeyi engellemek.
17- Talebeyi kalpten gelen bir sevgi ile sevmek ve talebe sebebiyle sevap kazandığına inanmak.
18- Talebenin husûsi dertleriyle de alakadar olup, yardımcı olmak.
TALABENİN HOCASINA KARŞI EDEPLERİ
Hocamız, ebedî hayatımızı kurtaran bir nur, yol gösteren bir ışıktır. Bu sebeple onlara karşı da
edepler vardır.
1- Hocaya selâm verip ayakta karşılamak.
2- Hocanın izniyle oturmak.
3- Hocanın karşısında namaz içinde imiş gibi edepli oturmak.
4- Hocanın karşısında az oturmak.
5- Sorulmadıkça söylememek.
6- Hocadan izin alarak soru sormak.
7- Falan zat, sizinkini aksini söylemişti, gibi sözlerle itirazda bulunmamak.
8- Hocadan daha bilgili olduğunu gösterecek tarzda soru sormamak.
9- Hocanın karşısında, başkasının kulağına gizli söz söylememek.
10- Başını önüne eğip dersine dikkat etmek, etrafa iltifat etmemek.
11- Hocanın sıkıldığını veya yorulduğunu görünce susmak.
12- Hoca girip çıktıkça ayağa kalkmak.
13- Hoca ayağa kalkınca soru sormayı bırakmak.
14- Hoca yolda yürürken ona bir şey sormamak, arkadan gitmek.
15- Hocanın çocuklarına ve yakınlarına da saygı göstermek.
16- Takva sahibi hocalardan ilim öğrenmeyi tercih etmek.
17- Hocaya “sen” değil, “siz” diye hitab etmek.
18- Hocanın kusurunu araştırmamak.
19- Hocanın her türlü tavırlarına karşı sabır göstermek.
TALEBENİN İLİM ÖĞRENMEDEKİ EDEPLERİ
1- Evvela, talebenin İlim öğrenmede niyeti düzgün olmalıdır.
2- Talebe, ikbal beklememeli ve dünya gayesi ile ilim tahsil etmemelidir.
3- Alçak gönüllü ve İffetli olmalıdır.
4- İdarecilere saygılı olmalıdır.
5- Ehli sünnet akaidini öğrenmelidir.
6- Tarihe ve eski İlimlere önem vermelidir.
7- Cedel (tartışma) ilminden sakınmalıdır.
8- Takva sahibi ve yaşlı hocaları tercih etmelidir.
9- Sabırlı olmalıdır.
10- Hocaya, âlime saygı göstermelidir.
11- Kitabını abdestsiz ele almamalıdır.
12- Kitab’a karşı ayakları uzatmamalıdır.
13- Notları muntazam ve güzel tutmalıdır.
14- Kırmızı mürekkep kullanmamalıdır.
15- Talebe arkadaşlarına karşı saygılı olmalıdır.
16- Yaltaklanmamalı, yağcılık yapmamalıdır.
17- Dersi saygı ile dinlemelidir.
18- Hocaya yakın oturmalıdır.
19- Kötü işlerden kaçınmalıdır.
20- Kibirli olmamalıdır.
21- Öğrenmeye ara vermemelidir.
22- Fazla uyumamalıdır.
23- Gençliğin değerini bilmelidir.
24- İlimde yüksek düşünceli olmalıdır.
25- Çok tekrarlamalıdır.
26- İlmi hocanın dilinden dinlemeli ve almalıdır.
27- Güç ve gayret vermesi için Allah’a dua etmelidir.
28- İlmî münâzara, müzakere ve mükâlemelerde bulunmalıdır.
29- Konuşmadan önce dinlemelidir.
30- Herkesten faydalanmalıdır.
31- Çok çok ve yerinde sorular sormalıdır.
32- İlimde ve ilim yolunda Allah’a şükretmelidir.
33- Allah’tan hidayet-i kâmile istemelidir.
34- Kitap satın almalı ve yazmalıdır.
35- Parasını lüzumsuz yerlere harcamamalıdır.
36- Yalnız Allah’tan ummalı ve korkmalıdır.
37- Rızık endişesi taşımamalıdır.
38- Dünya üzüntülerini terketmeli, Âhiret işleri için üzülmelidir.
39- Dünya işlerini azaltmalıdır.
40- Sıkıntılara katlanmalıdır.
41- İlimden başka şeylerle uğraşmamalıdır.
42- Münakaşa etmemelidir.
43- Kalemsiz ve kağıtsız gezmemelidir.
44- Ezbere ağırlık vermelidir.
45- Zamanı boşa harcamamalıdır.
46- Takva sahibi olmalıdır.
47- Çok konuşmamalı ve gevezelik etmemelidir.
48- Dedikoducularla oturmamalıdır.
49- İsyankâr kimselerden uzak durmalıdır.
50- Ders çalışırken ve ilim öğrenirken mümkünse kıbleye yönelmelidir.
51- Sünnet ve âdâba önem vermelidir.
52- Kitap ve defterini temiz bulundurmalıdır.
53- Bir şey sorulmadıkça konuşmamalıdır.
54- Tahsili tamamlamadan evlenmemelidir.
55- İşlerde acele etmemelidir.
56- Günlük dua ve zikirlere devam etmelidir.
57- Nâfile oruç tutmamalıdır.
58- Hak yola davet etmenin dışında, ahlâkı düşük insanlarla beraber olmamalıdır.
59- Tok gözlü olmalıdır.
60- Yolda yürürken sağa sola iltifat etmemelidir.
61- Hâfızayı kuvvetlendirici sebeplere baş vurmalı; Çok çok yüzünden Kur’an okumalı, misvak
kullanmalı, sabahları kuru üzüm yemeli, bal şerbeti içmek gibi şeylere riayet etmelidir.
62- Unutkanlığa sebep olacak yiyecek ve fiillerden kaçınmalıdır. (Ekşi elma yemek, mezar taşı yazılarını okumak, günah işlemek, üzüntülü ve düşünceli olmak gibi şeylerden kaçınmalıdır.)
63- İlim sahibi olmak için ana – babasının ve müslümanların duasını almalıdır.