Cemaatın Fazileti ve Önemi - Sohbet

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Ders Hocası

  • Hocanın Biri
  • *******
  • Join Date: Eki 2016
  • Yer: Hatay
  • 63863
  • +526/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Arif Arslaner
Cemaatın Fazileti ve Önemi - Sohbet
« : 07 Ocak 2017, 16:27:08 »
Bismillahirrahmanirrahim
Va'tasımuu bihablillehi cemiian velee teferrakuu. (Bakara 205)
SadekAllahül-azîm.
Ve belleğana rasûlühül kerim ve nahnü alâ maa kâle Hâlikuna
ve razikunâ ve mevlanâ mineşşakirineşşahidine bi kalbin selim.

Pek aziz ve kıymetli kardeşlerim,
Nasılsınız? Sıhhat ve afiyette misiniz?

Bugün vatan ve milletimiz için en büyük tehlike tefrikadır.
Onun için Cenab-ı Hak Kur'ân-ı Kerîm'de, (Bakakara suresi, 205. ayet)
Bismillahirrahmanirrahim
"Va'tasımû bihablillâhi cemîan velâ teferrekû!" ilâ ahiril ayet...
(Hepiniz toptan Allah'ın ipine yapışınız! Tefrikaya düşmeyiniz! Bölünüp parçalanmayınız!) buyuruyor.

Resûl-i Ekrem (sav) Efendimiz ümmetini tefrikaya karşı uyanık tutarak
"Men ferraka feleyse minnâ!" buyurmuştur.
Yâni: "Müslüman millet ve kavimleri, fert ve cemaatleri birbirinden ayırıp bölmeye çalışan bizden değildir!"

Aziz ve kıymetli kardeşlerim,
Hz. Üstazımız Süleyman Efendi hazretleride (k.s.) şöyle buyuruyor:
"Vasiyetim olsun, tefrikaya düşmeyiniz, kavmiyet gütmeyiniz. Ehl-i sünnetin gayri olan yanlış yollara sapmayınız. Her yerde birlik ve beraberlik lazımdır. Muvaffak olmak için her hususta ittifak etmeli ve dayanışmayı asla elden bırakmamalıdır. Çünkü Allah'ın nusreti, maddi ve manevi yardımı cemaat ile beraberdir. Toplu çalışanlar bunun semeresini kısa zamanda elde ederler."

Dinimiz ancak cemaatla yaşanır.
İslamın öngördüğü cemaatte Allah'ın emirleri karşısında herkes; kuvvetlisi - zayıfı, amiri - memuru, işçisi - patronu eşittir. Üstünlük sadece takva iledir.

Peygamberimiz (sav);
“İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır.” [Buhârî, Mağâzî, 35] buyurmaktadır.
Bu hadis-i şerifte işaret edilen faydalı olabilmek ancak insanlarla diyalog kurup kaynaşmakla yani cemaatle mümkündür.

Muhterem Mü‘minler,
Kuran-ı Azimüşşan'da Al-i imran 102 ve 1 0 3. ayette Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:
Bismillahirrahmanirrahim
Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekullâhe hakka tukâtihî ve lâ temûtunne illâ ve entum muslimûn(muslimûne).
"Ey iman edenler, Allah'tan nasıl korkmak gerekiyorsa öyle korkup gerektiği gibi sakının ve kesinlikle müslüman olarak can verin!"

Va’tasımû bihablillâhi cemîân ve lâ teferrakû, vezkurû ni’metallâhi aleykum iz kuntum a’dâen fe ellefe beyne kulûbikum fe asbahtum bi ni’metihî ihvânâ(ihvânen)
"Hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı tutunun, ayrılığa düşmeyin ve Allah'ın üzerinizdeki nimetini düşünün. Sizler birbirinizin düşmanları iken O, sizin kalplerinizde bir uzlaştırma meydana getirdi ve O'nun nimeti sayesinde uyanıp kardeş oldunuz."

Müslümanın Allah yolunda takva için birlik olmaları farz-ı ayındır.
Farzı ayın: Mükellef olan her müslümanın yapması gerekli olan farzlardır.
Beş vakit namaz ile, Ramazan orucu gibi.

Kur'anın en önde gelen hafızlarından İbn-i Mesud (r.a.)
"Allah'a götürecek ip itaat ve cemattir" diyor ve ekliyor:
"Nefsinize acı ve ağırda gelse, birliğinizi muhafaza edin. Sakın yalnızlıkta huzur aramayın, bulamazsınız.
(Taberani)

Allah’ın eli cemaat üzerindedir. [İbn-i Asakir]
Bu hadis bile cemaatın kerametini anlatmaya yeterlidir.
Buradaki elden makdsat, Allah'ın kudreti, desteği, muhabbeti, koruması ve melekleriyle takviyesidir. 

Aziz ve kıymetli kardeşlerim,
Cenab-ı Hak, Hz. Hud (a.s.) ve kavmini korumadı mı? 
Hz. Hud(a.s.) kavmine Allah'ın azabı geleceği zaman, kendisine inananları bir araya topladı.
Onların etrafına bir çizgi çekti. İsyan edenleri helak etmek için Allah'ın gönderdiği şiddetli fırtına çizginin içindekilere sabah yeli gibi tatlı esti ve inananları incitmedi. Çizginin dışında kalanları ise havalara uçurarak yerlere çarptı.

Evliyalardan olan Şeyban-ı Râi'de cuma namazına gideceği zaman çobanlık yaptığı koyunların etrafına  bie çizgi çekerid. Kurtlar çizgiyi geçemediği gibi o çizgiyi aşıp koyunların yanına ulaşamazdı. Hiçbir koyunda çizgiden dışarı çıkmazdı.

Dört şey her mülümanda bulunmalıdır. Onlar plmadan dinin hakkıyla yaşanması ve temsil edilmesi mümkün olmaz. Bunlar:
-Sağlam iman
- Doğru ilim
- Güzel ahlak
- Cemaat terbiyesi
Bunlardan hangisi gözardı edilirsa işin sonu hayra çıkmaz.
Çünkü inandığı şeylere karşı şüpheyle bakan bir kalp, güzel kulluk yapamaz.
Cahil insanın ne yapacağı belli olmaz.
Mü'min kardeşlerine kalbini açamayan ve onları sevgiyle kucaklamayan, bencil kimse cemiyete faydalı olamaz.

Önümüzde peygamberimiz var. Hz. peygamberin varisleri var. Çevremizde yükümüzü paylaşacağımız bir çok mü'min kardeşimiz var. O halde niçin şeytanla ve nefsimizle baş başa kalalım. Ben kendi işimi kendim görürüm.
Dinimi tek başıma yaşarım demek, kimsenin işini görmez.

Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekûllâhe ve kûnû meas sâdikîn (sâdikîne).  (TEVBE Suresi 119. ayet)
"Ey iman edenler, Allah'tan korkun ve doğrularla (sadıklarla) beraber olun!"
Hiçbir müslüman bu ayet beni ilgilendirmez diyebilir mi?

Cemaatle kılınan namaz, tek başına kılınan namazdan 27 derece daha faziletli ve bereketlidir.
Cemaatle yapılan dua ve zikirler tek başına yapılandan daha makbuldür.
Cemaatın avantajları sayılamayacak kadar çok olmasına rağmen nefis cemaat dışında olmayı arzu etmektedir.

Bize bazen soruyorlar diğer cemaatler hakkınde ne dersiniz?
Hedefimiz Hatay'dan İstanbul'a gitmek olsun. Kimisi trenle, kimisi otobüsle kimiside uçakla giedebilir değil mi?
Amaç hedefe varmak amaç İstanbula varmak. Ama vasıtalar ayrı.

İnsanın her tarafı göz olsa faydasız olurdu.
Farklı uzuvlar bir araya gelmiş. Hayat denen mucize ortaya çıkmıştır.
Şimdi göz dese ki: "Gelin hep benim gibi olun"
Bu söz hem zararlı hemde imkansızdır. Herkes kendi gücü nispetinde vücuduna ve hayatının devamı için hizmet edelim demesi en uygundur. Amaç Allah rızası için olmalı.

Önemli bir hususta birbirimizi tenkit etme meselesi.
Hani sorsanız birisine "Dünyanın en iyi annesi kimdir?"
Şüphesiz "benim annem" diyecektir. Kendine göre bu cevapta haklıdır. Ama bu cevap dünyada başka güzel annelerin olmadığı manasına gelmez.
Biede en güzel cemat hangisi diye sorulsa "en güzel bizimkidir" diyebilirim.
Diğer cemaatlerde böyle düşünebilir. O zaman aradaki ayrılıklar düşmanlıklar kalkar.
Başta kur'an sonra peygamber sünneti bizim önderimizdir.

Günümüzde cemaat kavramının içi boşaltılmış olsada biz ona sahip çıkmalıyız.

<< Naklederler ki, Cüneyd-i Bağdadî (k.s) hazretlerinin müritlerinden biri,
“Artık kemal mertebesine erdim, yalnız kalmam benim için daha iyidir”, şeklinde bir hayale kapılmış, bir köşeye çekilip bir müddet burada tek başına oturmuştu. Zamanla öyle oldu ki, kendisine her gece bir aslan (veya deve) getiriyorlar, müridi buna bindirip, “Hadi, seni cennete götürüyoruz”, diyorlardı. O da aslanın sırtına atlayıp gayet hoş ve güzel bir yere gidiyordu. Burada, genç ve güzel kişiler, nefis yemekler ve gürül gürül akan sular vardı. Seher vaktine kadar burada kaldıktan sonra uyuyakalır, uyandığı vakit de kendini zaviyesinde bulurdu. Neticede onda bir benlik belirdi, kendini büyük görme sevdasına kapıldı, böyle bir dava ile ortaya çıktı ve,

Beni her gece cennete götürüyorlar, demeye başladı. Onun bu yoldaki sözleri Cüneyd-i Bağdadi (k.s) anlatılınca, kalkıp zaviyesine vardı, onu korkunç bir kibir ve gurur içinde gördü. Halini sordu. O da başına gelenlerin hepsini bir bir anlattı. Cüneyd-i Bağdad-i (k.s) ona:

Bu gece seni oraya götürdükleri zaman, üç kere, “La havle ve la küvvete illa billahi’l-aliyyi’l-azim” de, diye tavsiyede bulundu. Gece olunca, onu yine alıp götürdüler. Diğer taraftan bu zat, Cüneyd’i kalben red ve inkâr ediyordu. Her zamanki yere varınca, Cüneyd’i Bağdad-i (k.s) tecrübe etmiş olmak için,

“La havle- duasını okudu. Derhal etrafındaki topluluk bir gürültü koparıp oradan gittiler. Dikkat edince kendisinin de mezbelelikte bulunduğunu ve önüne ölmüş hayvan kemiklerinin konulmuş olduğunu gördü. Hatasını anlayıp tövbe etti. Şeyh Cüneyd’i Bağdadinin (k.s) sohbetine aralıksız devam etti ve mürit için yalnızlığın zehir olduğunu anladı. >> (Feridüddîn Attâr, Tezkiretü’l-Evliya, 454.sayfa)

Mü'minler cennete grup grup cemaat cemaat halinde gireceklerdir.
Tek kişilk bir cennet yoktur. Peygamber efendimize (s.a.v) aşıklar, sadıklar komşu edilecektir.
Cennette herkes sevdikleriyle beraber sevinecektir.

Dünya işlerinde bile güçlü insanların yanında yer alıp, tehlikelerden korunmaya çalışırken,
Şeytanın yaklaşmaktan korktuğu, Allahın ihlaslı kullarının yanında yer almak iyi bir korunma yöntemi değil mi?

Aklı olan dua ve istiğfar ordusuna katılır. Dünyanın her köşesinde yaptığımız Hatm-i hacegan isimli bir hatim bir zikir yapıyoruz. 14 fatiha, 200 selavat-ı şerife, 79 elemneşrahleke ve 1000 ihlas okuyoruz.
Bu zikirlerin sevabını hediye ediyoruz. Kimin tek başına bu kadar zikri çekmeye gücü yeter?
Kimin çoluk çocuğu öldükten sonra ona bu şekilde istiğfar edip sevabını hediye eder.
Allah rızası için zikir halkasına girip kıyamete kadar yapılacak zikir ve hayırların sevabına hissedar olmak kârlı bir yatırım değil mi?
Bu ne güzel bir sadaka-i cariyedir ki,
sahibine kıyamete kadar sevap ve nur akıtmaya devam eder. Evet hedef sırf Allah rızası ve takva olan bu cemaatın tek faydası bu olsa bile yinede bu uğurda can verilmeye değer mi değmez mi?

Aziz ve kıymetli kardeşlerim,
"Mürşidi olmayanın mürşidi şeytandır" sözünü duymuşsunuzdur.

Allah’ın zikrinden kaçanların şeytanın kucağına düştüğünü de Kur’an-ı Kerim şöyle ifade ediyor:
“Her kim Rahman olan Allah’ın zikrinden gafil kalırsa, biz ona bir şeytan musallat ederiz; o şeytan ondan hiç ayrılmaz. Bu şeytanlar onları doğru yoldan alıkoyarlar, onlar ise kendilerinin doğru yolda olduklarını sanırlar.” (Zuhruf/36-37)

“Rehberi olmayanın, tek başına kalanın rehberi şeytandır” sözü, bir çok hadis-i şerifin ortak manasını da ifade etmektedir.

Şöyle ki, Rasulullah (A.S.) Efendimiz, şeytanın insan kurdu olduğunu, herkese pusu kurduğunu ve cemaattan ayrılan, tek başına kalan kimseyi kolayca yuttuğunu haber veriyor.

İşte Rahmet Peygamberi’nin uyarıları: “Şeytan insan kurdudur; sürüden ayrılan, tek başına kalan koyunu dağdaki kurt nasıl kaparsa, cemaatten ayrılan kimseyi de şeytan öylece kapar.” (Ahmed, Tabaranî)

“Sizin cemaat halinde bulunmanız gerekir. Ayrılıktan, tek başına kalmaktan sakının. Şüphesiz şeytan tek başına kalanla beraberdir. O, (Allah için beraber olan) iki kişiden uzak durur.” (Tirmizî, Ahmed, Hakim)

 “Şüphesiz Allahu Tealâ, ümmetimi sapık fikir ve fitne üzerinde bir araya getirmez. Allah’ın eli (rahmet ve desteği) cemaatin üzerindedir. Kim cemaattan ayrılırsa ateşe düşer.” (Tirmizî, Tabaranî)

Bu mealdeki hadislerin ortak manası ve uyarısı şudur:
Dini tek başına yaşamaya kalkmayın. Allah yolunda birlik olun, alimlere uyun, takva üzere giden cemaata sımsıkı yapışın. Tek başına kalanın kalbini şeytan sarar, yolundan alıkoyar ve kolayca zarara sokar. Bu düşmana karşı birlik kalesine girin, Allah sevgisini siper edinin ve ölene kadar böyle gidin. Emniyetiniz budur.

Şu halde “başında bir rehberi olmayanın rehberi şeytandır” sözü Kur’an ve Sünnet’e aykırı değildir.
Tecrübeler de onu desteklemektedir. Bir üstada gitmeden, alim bir rehberi bulunmadan, peygamberlerden başka kâmil olan kimse yoktur. Maddi sanat ve fenlerde de durum aynıdır.
Başında bir usta olmadan hiçbir çırak, kolay kolay usta olamaz.

Arifler demişlerdir ki: “Kendi başına büyüyen ağaç yaprak açar, fakat meyve vermez. Verse de meyvesi yenmez. Bir edeb ehlini görmeyen gerçek edeb nedir bilmez. Bildikleri de kendisine yetmez.”

Kur’an ve Sünnet’i rehberle yaşamak Bazıları, “Biz Kur’an ve sünnete uyduktan sonra niye sapıtalım ki? Bizim emniyetimiz mürşide değil, Kur’an ve Sünnet’e uymaktır. Mürşide ve müridlerine lazım olan da bu değil mi?” diye soruyorlar.
Evet, hepimiz içimiz ve dışımızla ilahi hükümlere uymakla mükellefiz. Kâmil mürşidlerin bundan başka bir hedefi yoktur. Bütün mesele, her durumda Kur’an ve Sünnet çizgisinde giden Allah adamı olabilmektir. Buna ihsan makamında kulluk denir. Acaba bunun en güzel yolu nedir? Sadece okumak mı, yoksa yolu bilene uymak mı? Mesafesi uzun, engelleri çok, tehlikeleri fazla, her yanı gizli düşmanlarla çevrili bir yolu, sadece tarifle mi gitmek emniyetlidir, yoksa yolu bilen bir rehberle mi? Bu yol, insanın benliğini aşıp hakikatına ulaşma yoludur. Bu yoldaki en büyük engel insanın nefsidir. Bu yol, Alemlerin Rabbi’ne gerçekten kul olma yoludur. Onun etrafı düşmanlarla doludur. Yalnız gidilmez, yol çok uzundur. Şeytandan yakayı sıyırmak mümkün mü?

Kur’an-ı Hakim bildiriyor ki, şeytan, ölene kadar hiç kimseden elini çekmez, ümidini kesmez, Bunun için yemini vardır (Sa’d/80-83). O peygamberlere bile hile yapmak ister, ancak Allah’ın nuru onu engeller (Hac/52).

Kâmil mürşidler şeytanın baş düşmanıdır; onlara yanaşmak ister, karşısında yine ilahi nuru bulur; siner, kaçar. Çünkü, onlar Alemlerin Rabbi’ne teslim olmuşlardır. O da onları özel himayesine almıştır (Nahl/99, İsra/65).

Şeytanın şerrinden peygamberler ve veliler ancak Allah’ın yardımıyla emin oldular. Yolu bir kere Mekke’ye, beş defa tekkeye uğrayan bir müslüman ondan kurtulduğunu nasıl düşünebilir? Mürid, Allah’a yönelen kimse demektir. Şeytan en fazla bu kimselerle uğraşır. Bunun için her yolu dener. En iyi yaptığı iş vesvese vermektir. Açıkça günaha sokamadığı müridi, yaptığı hayırlı amelleri ile azdırmaya çalışır. Ancak, mürşidine ve cemaatine bağlı sadık bir müridin bir tane şeytanı varsa, binlerce dostu ve yardımcısı mevcuttur. Onların bereketiyle hastalığını anlar, ilacına koşar. Ancak, kalbini değil cebini düşünen, din değil dünya derdine düşen, niyeti sakat olduğu halde sadık görünen kimseler, şeytanın maskarası, müslümanların yüzkarasıdır. Bunlar mürşid değil şeytandır, mürid değil, münafıktır. Ve onlar bizim konumuz dışındadır.

Tek başına hakikatı arayan kimse yorulur, çoğu zaman şeytanın oyuncağı olur. Şeytan bu insana açıktan günah işletemez ise, yaptığı hayırlara yönelir. Bu yolla mümini zarara sokmaya çalışır, bunu da genelde başarır. Şeytan ilim sahiplerine daha çok gizli günahları işletir. Onu gösteriş, kin, kibir, hased, gaflet, eşyaya aşırı muhabbet, makam hırsı, kendini beğenme, ameli ile övünme, insanları küçük görme gibi tesbiti güç, tedavisi zor günahlara daldırır. Başında bir mürşidi, çevresinde kendisini uyaracak kardeşleri olmayan kimse, asıl halini anlamadan ve bir çaresine bakamadan ölür gider. Sonuçta insan ağlar, şeytan güler.

İmanı kurtarmanın en zor zamanı şu an değil mi?
Daha çok mürşide bağlanma zamanı. Daha çok cemaat olma zamanı.
İmanı kurtarmanın yolu 3 yolu: ilim - aml - ihlas.
Baklavanın tadını sana sabah kadar anlatacağıma sana bir dilim baklava versem daha iyi anlarsın değil mi?
Cemaat onu yaşamak, tatmak. Zikirlede ihlasa ulaşmak.

Molla cami hazretleri buyuruyor ki:
Bir insan bütün kitapları ezbere yutmuş olsa bile ölüm zamanı öyle bir dehşetle karşılacak ki:
Bütün ezberlerini bir anda unutacak. Ancak "Lâ ilâhe İllallâh" zikrini çok yapmışsa,
kalbine yerleştirmişse o zaman o zikirle kurtulacak. Senin ilmin bir şeye yaramıyor.
Ölüm anında ancak Allah'ı çok zikredenler kurtulur.
Onlarda ehl-i tarik insanlar. Rabıtalı insanlar.

Trimizi'de geçen bir hadiste:
Adamın biri bir köyde oturan din kardeşini ziyaret etmek için yola çıkar.
Rabbimiz bir haberci bir münadi gönderir. Haberci yol kenarında bekler.
Adam geldiğinde tutup kendine çeker.
"Nereye gidiyorsun?"
"Şuraya gidiyorum?"
"Neden gidiyorsun?"
"Şu kardeşimi ziyaret etmek için gidiyorum."
"Bundan sana bir fayda var mı?"
"Hayır, sadece Allah rızası için gidiyorum."
"Ben Allahın gönderdiği bir haberciyim.Rabbim buyurdu ki:
Birbirini benim için ziyaret edenler, benim için oturup, benim için kalkanlara
onların üzerine benim bağışlamam vacip oldu ve ben onlardan razıyım.onları ben seviyorum."

Cemaatın içini doldurmak lazım.
Sıkıntıya düştüğünde dua edeceksin.
Hastalandığında ziyaret edeceksin.

Rabbimiz Musa (a.s.) şöyle buyurmuş:
"Ey Musa hastalandım beni neden ziyaret etmedin?"
"Rabbim seni tenzih ederim sen nasıl hastalanırsın. Ben seni nasıl ziyaret ederim."
"Ey Musa, benim salih bir kulum hastalandığında onu ziyaret ettiğinde beni ziyaret etmiş gibiin."
"Ey Musa, acıktım beni niye doyurmadın?"
"Rabbim seni tenzih ederim. Senin gibi Rab nasıl acıkır?"
" Benim acıkmış bir mü'min kulumu doyurduğun zaman beni doyurmuş gibi olursun."

Kıymetli kardeşlerim,
Bir ziyaretleşmenin bir karın doyurmanın faziletine ve bereketine bakar mısınız?

Peygamberimiz yalnızca tebliğ yapmadı. Küfür müslüman oldu. İş bitti mi? Hayır...
Peygamberimiz talim yaptı. Müslümanlara dini öğretti. Aldı Darül Erkamı orada ilim öğretti.
Onlara sohbet yaptı. Onları cemaat yaptı. Onlara görevler verdi.
Kimini Medine'ye kimini Habeşistan'a gönderdi.
Cemaatler faaliyet yapalar. Fertler bir şey yapmaz. Fertler tembel olur.
Bir yapar bir yapmaz. Ferdin yaptığı işte kalitede olmaz.

Peygamberimiz (.a.v.) bir hadisinde şöyle buyuruyorlar.
 "Mü'minin mü'mine bağlılığı, parçaları birbirini bütünleyen bir bina gibidir."
Hadisi rivâyet eden Ebû Musa El-Eş'arî'nin bunu tarif için parmaklarını birbirine geçirdiği zikredilmektedir: "Mü'minleri kendi aralarındaki merhametleşmelerinde, sevişmelerinde, yardımlaşmalarında bir vücut gibi görürsün. Ki vücudun bir organı ağrırsa, vücudunun kalan kısmı uykusuzluk ve humma ile o organ için birbirini çağırır."
[ Buhârî, salat, 88, Mezalim, 5; Müslim, birr, 65; Tirmizî, birr, 18; Nesâî, zekat, 67]

Pek aziz ve kıymetli kardeşlerim,
Şüphesiz mü'min gönülleri en sağlam ve köklü bir biçim de bağlayan bağ, iman ve takva esasından kâynaklanan kardeşlik ilişkisidîr ve bu, Allah Azze ve celle'nin Müminlere bahşettiği en güzel nimetlerden biridîr.

Ayet-i kerimede bu durum şöyle ifade edilmektedir.
"İnnemâl mu’minûne ihvetun fe aslihû beyne ehaveykum vettekûllâhe leallekum turhamûn(turhamûne).
(HUCURAT Suresi 10. ayet)
"Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin."

Kardeş kimdir? en yakınımızdır.
Mü'minler kardeşlikte ve dostlukta tıpkı aksamı birbîrine geçmiş mükemmel ve sapasağlam bir bina gibidirler ya da bütün unsurları ve zerrelerîyle birbîrine bağlı bir vücud gibidirler. Bir vücudun herhangi bir azası rahatsız olduğunda nasıl ki bütün bir vücut aynı rahatsızlığı, aynı acıyı duyarsa, bir tek mü'minîn -dünyanın ta öbür ucunda bile olsa- çektiği acıyı, duyduğu ızdırabı diğer mü'min kardeşleri derinden hisseder.

Pek aziz ve kıymetli kardeşlerim,
Fatihada geçen 5. ayette ne okuyoruz?
"İyyekene'budu ve iyyekenestain"
"Rabbimiz! Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz."
İyyekena'budu = biz sana ibadet ederiz. Burada dikkat ederseniz "BİZ" vurgusu var.
O zaman Biz'i konuşacağız. Mü'minleri, kardeşliğimizi konuşacağız. Cemaat olmayı konuşacağız.

"Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya'budûni." (ZARİYAT Suresi 56. ayet)
Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.

Bu kulluğunda kuralları var değil mi?
İnsanın bu dünyada bulunmasının başka hiç bir gayesi yok.
Her şeyimiz Allah rızası için olmalı.
"Allah bes, bâki heves" diye buyurmuş büyükler.
Rızık kazanılacak, evlatlar olacak, ilim öğrenilecek, imtihan olacak. Bunlar hep Allah için istenecek.
Bunlar araç olmalı, amaç değil.

Hz. Üstazımız bu husuta şöyle buyurmaktadır:
"Ahirete çalışan dünyayı elde eder. Dünyaya çalışan ise ahireti kazanamaz.
Zira ahiret hakikat, dünya ise haleftir".

"innemel a'malu binniyyet ve inneme li küllüm riyyii mee neve."
"Yapılan işler niyetlere göre değerlenir. Herkes yaptığı işin karşılığını niyetine göre alır."
[Buharî, Bed'ü'1-vahy l, İman 41, Nikah 5, Menakıbu'l-ensar 45, İtk 6, Eyman 23, Hiyel l; Müslim, İmaret 155. Ayrıca bk. Ebü Davud]

Zaman insanı kurtarma zamanı, cemaat olma zamanı değildir diyenlere ne demeli?
Cemaat Allah'ın zikridir. Zaman Allah'ı zikretme zamanı değil mi?

"Yâ eyyuhâllezîne âmenûzkurûllâhe zikran kesîrâ(kesîran). (AHZAB Suresi 41. ayet)
"Ey îman edenler, Allâhı çok zikredin."

Kur'an zikirden bahsediyor. İmanı neyle kurtaracaksın? Zikirle kurtaracaksın.
Sen sağlığında yAllah yAllah dersen. Öldüğünde Allah diyebilir misin?
O yüzen zikri kalbine diline yerleştir ki son nefeste Allah diyebilesin.

"Men ehabbe şeyen eksera zikrahû"
(Kim bir şeyi severse çokça anar)

"vettebi’ sebîle men enâbe ileyye" (LOKMAN Suresi 15. ayet)
"Bana yönelenlerin yoluna uy."

Cenab-ı Hak kendisini tanıtmak için peygamberler gönderdi. Arasına vasıta koydu.
Dileseydi doğrudan kendisi anlatabilirdi.
Onun emir ve yasaklarını yerine getiren dost insanlar ve bunlara uymamızı emrediyor.

Mevlana Celaleddin Kuddise sirruh şöyle buyurmuştur:
"Bir mürşidi kâmile intisap etmek herkes için şarttır ve gereklidir.
Bir bıçak kendi sapını başka bir bıçak olmaksızın nasıl yontabilir?
Gidip yaralarını bir gönül cerrahına göstermek gerek. Sen onları kendi kendine tedavi edemezsin.
İnsan hakiki bir mürşide tabi olmalıdır."

Mürşidlerin ilim ehli, zikir ehli olmaları gerektiğini Cenab-ı Hakk Enbiya suresi 7. ayetinde şöyle işaret etmektedir:
فَاسْأَلُواْ أَهْلَ الذِّكْرِ إِن كُنتُمْ لاَ تَعْلَمُونَ
"fes’elû ehlez zikri in kuntum lâ ta’lemûn(ta’lemûne).
 “Eğer bilmiyorsanız zikir ehline (ilim sahiplerine) sorun.”

"Ağaç nasıl ki, gövdesinden değil de meyvesinden iyi anlaşılırsa, mürşid-i kâmil olan kişiler de, gösterişli zâhir hallerinden değil, meyve ve mensuplarından yani yetiştirdikleri kimselerin güzel hallerinden anlaşılır. Ve bu sûretle kendilerine tâbi olmak, mânevî feyzinden her hususta istifâde etmek câiz ve sahih olur. Şöhreti arşa çıksa, hakîki mürşidin misâli, meyvesidir." (Ebu'l Faruk k.s.)

Mürşid-i kâmillere intisab edip o nadide insanların hayatlarında onlardan faydalanmamız yaşarlarken değer ve kıymetlerini bilmemiz, onların yaşam tarzlarını kendimize rehber edinmemiz gerekir. Onların inandıkları gibi inanıp onların İslâm’a ve onun kurallarına sarıldıkları gibi sarılmamız gerekir. İntisab etmek, rehber edinmek bu şekilde olur.
Yoksa bir sıkıntı anında Eyyup Sultan’da kurban kesmek, Telli Baba’ya gidip türbesine bez bağlamak, Hacı Bayram Veli’de şeker dağıtmak, Mevlâna’da adak adamak intisab değildir. Böyle yapmak, bu mübarek zatları rehber edinmek değildir. Elbette ki bütün zatların türbelerine de saygılı olmalıyız. Ama, türbelerinde adak adamak yerine, yaşantılarını, hayatlarını rehber edinmemiz gerekir.

Hakkı bilmek, hakkı anlamak, hakkı söylemek, hakkı dinlemek, hakkı öğrenmek kısaca hakka yönelip hakka doğru yol almanın vesileleri olan tarikat yollarının değerlerini bilip onları layık oldukları yerlere getirmek onlara hak ettikleri değerleri vermek her Müslümanın vazifesidir.

Başarı Allah’tandır, ama çalışmak, gayret etmek bizdendir.

Eğer bu yoldaysanız bunun değerini bilin son nefese kadar son nefes dahi yolumuzdan ayırması.n
Rabbiziz zatına hakiki kul, peygamberimize hakiki ümmet, üstazımıza hakiki evlat olmayı cümlemize nasip etsin.

Âmin Ve Selâmün Alel-Mürselîn Vel-Hamdü Lillâhi Rabbil-Âlemînel-Fatiha.